İzin veremezdim.
Dört duvar arasında kendisini kırıp dökmesine dayanamazdım ben.
Mutlu olmasını istiyordum.
Geçmiş hayatında gülemediği her şey için kahkahalar atmasını istiyordum. Eğer ki buraya bunun için gelmişsek ve mutlu olmadan gidemeyeceksek onunla kalırdım.
Kollarımın arasındaki bedenine baktım, uyur uykuluydu, bedenimin sıcaklığı onu iyice mayıştırmış olmalıydı, artık diken üstünde değildi, ona zarar vermeyeceğime o kadar emindi ki kendini bana bırakmıştı, kıpırdamıyordu.
Gözlerini kapatan saçlarını parmağımla kenarlara doğru ittim, rahatsız olsun istemezdim. Gözlerim ay ışığının direkt olarak vurup parlattığı yüzündeydi, uzunca kirpiklerinin gölgesi yanaklarına değerken arada kaşlarını çatıyor ve aralık pembe dudaklarını büzüyordu ve bazen gülümsüyordu. Bu görüntüyü sonsuza dek izleyebilirdim.
"Chenle..."
Bir kez adını mırıldandım, uyuyor olup olmadığını kontrol ediyordum. Ve uyumadığını belli etmek ister gibi mırıldandı.
"Efendim?"
"Yarın... Acaba diyorum, sen de mi benimle aşağı gelsen? Diğerlerine başına gelen her şeyi anlatıp üzerine yapışmış olan bu saçma lakaptan kurtulabilirsin, onlar seni yargılamaz."
Başını göğsümden kaldırıp azıcık araladığı uykulu gözlerini benim ona ilgiyle bakan gözlerime kenetledi, yüzünde anlayamadığım bir ifade vardı fakat biliyordum ki bunu pek istemiyordu.
"Bilmiyorum, Jisung. O kadar yıl boyunca saklandıktan sonra bir anda o kadar insanın içine giremem. İnsanlar... İnsanlar beni korkutuyor. Ben de istiyorum kendimi herkese anlatmak fakat biliyorsun... Yapamam. Yaparsam ve bana karşı ön yargıları kalkarsa, istediğimi alırsam ben... Ben yok olaca-"
"İşte bu yüzden mutlu olmalısın, Chenle. Önceki hayatında acı çektin, şimdi de acı çekiyorsun." Tereddütle ellerimi Chenle'nun yüzüne doğru çıkardım, yüzünü iki elim arasına hapsettiğimde ürktü fakat çekilmedi, ona dokunmama alışmaya çalışıyor gibiydi. "Sonsuza kadar acı çekmek yerine biraz mutlu olduktan sonra yok olmak o kadar da kötü değil bence, hem yok olacağımızdan neden bu kadar eminsin ki? Belki başka bir evrende yine buluşuruz?"
Merakla gözlerine bakıyordum ki gözlerini benden kaçırdı, yüzünde hâlâ kararsız bir ifade vardı. Sevindim. Çünkü onu bir kez kararsız bıraktıysam bir dahakine ikna edebilirdim.
"Şimdiye kadar çektiğin acılar artık geleceğini şekillendirmesin, Chenle. Şimdiden itibaren ikimiz de beş dakika sonra yok olacakmışız gibi yaşayacağız, tamam mı? Hiçbir şeye kafa yormayacağız, önemli olanı yapacağız. Mutlu olacağız."
İçinde yıldızları barındıran kahve gözlerini nihayet benimkilerle birleştirdi, sağ elini yüzüne doğru çıkardı, yanaklarını kaplayan elime dokunmak ve dokunmamak arasında kalmıştı. Ve ben çoktan sevinçliydim, ilk defa bana kendi isteğiyle dokunacaktı.
"Tamam... Seninle geleceğim. Ama korkar kaçarsam bana kızma olur mu?"
Sanki yapabilirmişim gibi bana ona kızmamamı söylüyordu.
O her ne yaparsa yapsın, bana bu gözlerle baktıkça ona nasıl kızardım?
"Kızmam."
Gece ikimiz için de çok zor geçmişti, özellikle onun için. Ben çok heyecanlıydım, sekiz yıl sonra ilk defa bir grup insanın önüne çıkacaktı ve bu benim sayemde olmuştu. Kendi kendime gururlanmaktan bütün gece uyuyamadım ve eminim ki o da endişeden dolayı uyuyamamıştı.
Sabah olduğunda normalin aksine giyimime dikkat ettim ve kahve saçlarıma özenle şekil verdim, bugün önemli bir gündü.
Kendi odamdan çıkıp onun odasına gittim, kapının önünde durdum, üç kez tıklattım ve hemen açıldı, endişeli gözleriyle bana bakıyordu.
"Endişeden bütün gece uyuyamadım Jisung. Çok kötü görünüyor muyum?"
Siyah saçlarının üzerine bıraktığı beyaz şapkası ve mor sweatinin içinde o denli sevimli görünüyordu ki gözlerinin uykusuzluktan kızarmış olması bile bunu gölgeleyemiyordu.
Saat dokuzu biraz geçiyordu, yani herkes çoktan aşağıda olmalıydı, merdivenler bu yüzden boştu. Yemek odasına vardığımızda ise Chenle durdu, derin bir nefes aldı, şapkasını yüzünü gölgeleyecek kadar gözlerine çekti.
"İlk ben gireyim istersen."
Başını aşağı yukarı salladı ve kapıyı aralayıp içeri girdim. Çoktan yemeklerine başlamış olan diğerlerine büyük bir gülüş sundum ve dikkatleri üzerime çekmek için boğazımı temizledim.
"Size birini getirdim!"
Cidden hepsinin ilgisini çektiğimde arkalarına yaslandılar. Kimi getirdiğimi düşünüyor olmalıydılar ve kesinlikle bu kişinin Chenle olduğune ihtimal vermiyorlardı, emindim.
Kapıyı açıp dışarıda beni bekleyen Chenle'ya elimi uzattım, gerginlikten tir tir titrerken buz gibi elini benimkinin üzerine koydu, gülümsedim. Onu rahatlatmaya çalışıyordum.
İçeri yavaş adımlarla girdi, gözlerine ilk gün gördüğüm korku hakimdi, dudaklarını dişliyordu.
"Kendini tanıtmaya ne dersin?"
Gözlerin üzerinde olmasından hiç hoşlanmamış gibiydi, elini bıraksam kaçacaktı.
"B-Ben..."
Herkes onu izliyordu, korkuyordu, eli terlemişti. Güç vermek ister gibi elini biraz daha sıktım ve gülümsedim. Yanakları kıpkırmızıydı şimdi.
"Ben dördüncü kattan... Zhong Chenle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hotel Of Souls
Historia Corta"Ruhlar Oteli'nde keyifli zaman geçireceksin, çektiğin tüm acılardan intikam almak için son şansın budur." [parkjisung+zhongchenle]