İçinde bulunduğum durumu anlamak için birkaç saniye bana bakamayan ona baktım, amacım onu rahatsız etmek falan değildi, sadece içimde bulunduğum durumun saçmalığına inanmakta zorluk çekiyordum.
Zhong Chenle, dördüncü katın katili, sekiz yıldır bu evde yaşıyor olmasına rağmen kimsenin hakkında hiçbir şey bilmediği korkak bir çocuk, o karşımda ve gözlerini benden sakınıyordu, diken üstünde oturuyordu, tek bir kılımı hareket ettirsem dahi geldiği gibi kaçacak kadar tetikteydi. Bir yandan da kararlarını, neden burada olduğunu sorgular gibi bir hâli vardı. Onu ürkütmek istemedim, ilk onun konuşmasını bekledim. Aradan geçen birkaç sıkıcı dakika sonrasında ise sıkılmış gibi bir nefes verdi, kararsızlıkla dudaklarını araladı, konuştu.
"Bir şey demeyecek misin?"
Derin bir nefes aldım ve sesimi yapabileceğim en yumuşak şekilde kullanmayı denedim, ani hareket yapmaktan öyle kaçınıyordum ki sanırım biraz da etraftaki soğuktan dolayı boynum tutulmuştu.
"Özrünü kabuk etmemi istiyorsan eğer, elbette edeceğim. Aslında senden hiçbir zaman özür beklemedim çünkü benimle konuşmayacağından adım kadar emindim. Bu yüzden başta sana dik dik baktığım için özür dilerim, sadece şaşkındım."
Bana bakıp bakmamak konusunda arada kalsa da bir anlığına yüzünü bana çevirdi, yine gözlerini neredeyse kapatacak kadar uzun simsiyah saçları ve korku dolu gözlerinden gözlerimi alamadım, değişikti.
"Elbette öyle olursun, ben bile burada ne yaptığımı kendime soruyorum."
Sonra aramıza bir sessizlik girdi, huzurlu bir sessizlik... Onun gözleri gökyüzünde parıldayan yıldızlardaydı, ben ise ay ışığının daha da güzel parlattığı kusursuz yüzünü izliyordum, kendimi alıkoyamıyordum.
Ne olduysa o anda oldu, heyecanlandı, öyle güzel gülümsedi bir an kim olduğumu bile unuttum diyebilirim.
"Yıldız kaydı! Dilek tutsana, hadi niye bana bakıyorsun?"
Korkusu geçer gibi olmuştu fakat bir anlığına yüzünü bana çevirdiğinde yine gözlerindeki mutlu bakışın solup yerini korkuya bırakışını izlemiştim.
Deli gibi merak ediyordum, insanlardan bu denli korkma sebebi neydi?
Soramadım, cesaret edemedim, onu bu denli korkutan şey her ne ise onu hatırlattığımda daha da korkabilir ve benden tamamen uzaklaşabilirdi.
Zaten aramızda böylesine büyük bir mesafe varken onu daha da büyütmeyi göze alamadım.
Belki onun kadar değildim ama, ben de bir korkaktım.
"Bir dilek tuttun mu? Ben tuttum: Bu cehennemden kurtulmayı diliyorum."
Burayı neden cehennem olarak adlandırdığını anlamamıştım.
"Neden... Cehennem olduğunu düşünüyorsun?"
Gülümsedi.
"Hiçbir şey bilmiyorsun. Jisung."
Dördüncü kat içerisinde adımı hiç söylememiştim.
"Adımı-"
"Na Jaemin'le konuşurken duydum, bugün. Ama işin önemli kısmı bu değil, burası hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, diğerleri de bilmiyor. Buradan nasıl çıkacaklarını bilmiyorlar, ne zaman gideceklerini. Ben biliyorum ve bunu engellemek için elimden geleni yapmaya kararlıyım, çünkü buradan sonra sonum ne olur bilmiyorum."
Anlattıklarını pek anlamış sayılmazdım fakat ilgimi çekmişti.
"Nasıl yani, burası hakkında çok şey biliyor musun? Yok olup gidecek miyiz, ne zaman!"
Sonlara doğru kontrol edemediğim için sesim biraz yükselmişti, irkildi fakat gitmedi.
"Buraya gelenler sadece kendilerine verilen hayatı istediğini alamadan yitirmiş ve bu yüzden ruhu acıya gömülmüş insanlardır, Jisung. Ve tanrı bizi burada mutlu edebileceğini düşünüyor, belki fark etmişsindir, yaşıyorken çektiğin hiçbir acıyı hissedemiyorsun burada, kimseyi özleyemiyorsun, zaman geçtikçe herkesi unutuyorsun. İşte buraya cehennem dememin sebebi de bu; seni sen yapan her şeyden arınıyorsun ve sonunda bir şekilde gerçek dünyada yapamadığın o şeyi yaptığında tuzla buz oluyorsun. Yok oluyorsun, Jisung."
Bu söyledikleri kafamdaki karman çorman olan her bir şeyi toparlayabilmemde yardımcı oldu. Yaşıyorken sırılsıklam aşık olduğum, uğruna ölümü göze aldığım kızın şimdi neden aklımın ucundan bile geçmediğini anlamıştım. Bana acı verecekti ve ben buraya sadece aşkıma karşılık alamadığım için gelmiştim.
"Sen neden geldin Jisung?"
"Sanırım... aşkıma karşılık alamadığım için."
Gülümsedi, "hıh" gibisinden bir ses de çıkarmıştı, ben ise ne kadar tapılası olduğunu düşünüyordum.
"Seveceksin, Jisung, çok seveceksin ve karşılık aldığında... Yok olup gideceksin."
Bu söyledikleri tüylerimi ürpertse de yine de sorumu sordum.
"Peki ya sen? Sen neden buradasın, Chenle?"
Adını ilk kez ona karşı söylediğim için garip bir şekilde heyecanlanmıştım.
"Ben... sanırım..." Söylemeye çalıştığı şey onun için zor olmalıydı ki birkaç saniye öyle bekledi. Gülümsedi, diğer gülümsemelerinden farklı olarak yüzüne bir hüzün hakimdi. Sonra sol gözünden bir yaş aktı, göstermek istemedi ve hemen sildi. Ama ben görebilmiştim.
"Ben sanırım sadece... sevilmek istedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hotel Of Souls
Historia Corta"Ruhlar Oteli'nde keyifli zaman geçireceksin, çektiğin tüm acılardan intikam almak için son şansın budur." [parkjisung+zhongchenle]