Hissettiğim uyuşuklukla gözlerimi zar zor aralayabildiğimde görüş alanıma giren ilk şey koyu renklerdeki gösterişli tavandı, kocaman taşlı bir avizenin sarktığı tavan yetmemiş gibi odanım tüm duvarlarında küçük ışıklandırmalara ve karanlık atmosferinden dolayı ürkütücü bir havaya sahipti. Burası kesinlikle daha önce gördüğüm bir yer değildi ve bu beni biraz ürkütmüştü.
Yerimden kalkmadım. Sırtımı çift kişilik yatakta doğrularak arkamda bulunan birkaç yastığa yasladım, gözlerim ilk defa gördüğüm ihtişamlı odanın herbir yerinde sabırsızca gezindi, siyah-lacivert tonlarında duvar kağıtlarıyla süslü duvarlara baktım, kocaman tablolara, odanın dört bir yanındaki küçük ışıklandırmalara, boy aynasına ve şifonyerin üzerinde duran cam vazodaki beyaz zambaklara... Bu kesinlikle görmeye alışık olmadığım bir manzaraydı. Tuhaf bir şekilde koyu renklerle bezenmiş olan bu odanın hiç de öyle ruh bunaltıcı bir havası yoktu.
Siyah renkli işlemeli büyükçe kapının üç kez aralıklarla çalındığını duyduğumda ürperdim, birkaç saniye kendi içimde cevap verip vermemeyi tartıştıktan sonra işi akışına bırakıp dışarıdaki kişinin gelmesi için seslendim. Sesim daha çok fısıldar gibiydi fakat her nasılsa o kişi duymuş ve yavaşça kapıyı aralamıştı.
"Günaydın, efendim. Yeni evinize hoş geldiniz."
Önümde hafifçe eğilen kadının söylediklerine ilk başta anlam veremedim. Böyle bir yerin benim evim olmasına imkan yoktu, tamam, ailem zengin olabilirdi fakat bu kadarı fazlaydı benim için. Bu kadar gösteriş boyumu aşardı ve bunu ailemin de bildiğine adım kadar emindim.
"Ne demek istiyorsunuz? Burası neresi, annem nerede, Kang Mirae... Ona ne oldu?"
Sevdiğimin gözlerimin önünde beliren yüzüyle paniklemiştim çünkü belleğimde sahip olduğum en son hatıra arkamda titreyen bedeni ve bize doğrultulmuş bir silahtı, sonra bir el ateş edildiğini duydum, göğsümde keskin bir acı hissettim ve gerisini bilmiyordum. Fakat hâlâ yaşıyor olmam çok büyük bir şanstı, bu sefer değerini bilecektim.
"Bahsettiğiniz kişi bıraktığınız şekilde yaşamaya devam ediyor, efendim, bu günlerde sizin yasınızı tutmakla meşgul fakat umuyorum ki iyi olacaktır."
Otuzlu yaşlarının sonunda görünen kadın tek bir mimik bile yapmadan cümlesini kurduğunda kafam biraz daha karışmıştı. Ne dediğini anlamıyordum, ben yaşıyor olmalıydım, neden yasımı tutuyordu? Beni gelip buradan alması gerekmez miydi? Tanrım, ben nasıl bir yere gelmiştim böyle!
"O da ne demek oluyor! Ben buradayım, yaşıyorum, öyleyse neden yasımı tutuyor?"
Kadının hâlâ dümdüz olan yüz ifadesi beni gittikçe germeye başlarken sorduğum sorunun cevabını almak da saçma bir şekilde beni ölesiye korkutuyordu. Fakat cesur olmalıydım, gerçeklerden kaçamazdım.
"Siz öldünüz, efendim. Öldünüz ve en çok istediği şeyi alamayan ruhunuz acı içerisinde yüzlerce kez boğuldu, ve sonra buraya geldiniz. Burada mutlu olacaksınız, efendim, geçmiş hayatınızda elde edemediğiniz her şeyden intikam almak istercesine onlara sahip olabilirsiniz."
Gözlerimi genişçe açtım, duyduğum şeyleri sindirebilmek için zamana ihtiyacım vardı. Aldığım her nefes tam da şu anda bana yabancılaşmıştı, öyle ki birkaç saniye nefes alamadım. Duyduklarım bana ağır geldi, kabul etmek istemedim, doğruluğundan emin olamadım. Zaten o zamanlar karşımdaki kadının asla yalan söylemeyeceğini bilmiyordum, bilsem kabul etmek biraz daha kolay olabilirdi.
Kabul edemedim.
Bu o zamanlar uzun bir süre bana biri benimle dalga geçiyormuş gibi hissettirdi.
Ölümü yaşadığıma inanamadım çünkü bu ölüm kesinlikle benim düşündüğüm bir ölüm değildi. Benim düşündüğüm ölüm acıdan, karanlıktan ve korkudan oluşan bir ölümdü. Korkunç bir ölüm... Ama bu öyle pek de korkutucu görünmüyordu, aksine, bu odayı görmüş olan herkes buraya hayran olabilirdi.
"Kendi içinizde verdiğiniz savaşı sona erdirebilmiş iseniz eğer, şimdi gitme vaktidir. Beni takip edin, efendim, size yeni evinizi ve çok seveceğiniz arkadaşlarınızı tanıtacağım. Tekrardan hoş geldiniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hotel Of Souls
Historia Corta"Ruhlar Oteli'nde keyifli zaman geçireceksin, çektiğin tüm acılardan intikam almak için son şansın budur." [parkjisung+zhongchenle]