3.Bölüm
Her insan kendi ışığını bulmak için uğraşır. Çünkü dünya üzerinde her insanın bittiğini düşündüğü yerde onu ayağa kaldıracak bir ışığı vardır. Bu öylesine güçlü bir ışıktır ki onu bulduğumuzda gücümüzü ondan alırız. Belki parıltısı sönmeye yüz tutar ama asla kaybolmaz. Umutlarımız, hayallerimiz, atan kalbimiz o ışığı besler. Kalbimiz dursa, ruhumuz bu dünyadan göç etse dahi o bizimledir. Yıllarca bana ait ışığı aradım. Bana umut olacak, hayallerimi besleyecek ışığı...İlk midemde kelebekler uçuştuğunda o ışığı bulduğumu anlamıştım. Buradaydı. Kalbimi üstüne oturmuş, tüm vücudumu aydınlatıyordu. Kalbim onun hafif ağırlığıyla hızlanmaya başladığında gitmeyeceğini ve her geçen gün büyüyeceğini anlamıştım. Dokunduğunda ellerime, baktığında gözlerime, seni seviyorum dediğinde kulaklarıma ve beni öptüğünde dudaklarıma işlemişti bu ışık. Artık benimleydi. Hayatımın eksik kısmı burada, yanımdaydı. Her geçen gün, geçen saat ve hatta her geçen saniye ışığın kalbimde yayılmasına izin verdim. Ve şimdi....Karanlık çökmüştü kalbime davetsizce.. Bu öyle bir karanlıktı ki dokunduğu yerde ışıktan ne kaldıysa alıp götürüyordu. Artık ışığımın tatlı fısıltısını karanlığın sessizliği almıştı. Vücudum karanlığınn soğuğunda buz tutmuştu. Kalbim artık atmıyordu. Etrafına mengeneler konulmuş ve sıkıştırılmaya başlanmıştı. Karanlığın uzantıları tüm vucudumda acımasızca dolaşıyordu. Önce kulaklarıma hücum etmişti. Kulaklarım duyduklarının soğukluğunu hazmedemiyordu. Sonra gözlerime sinsice yaklaşmıştı karanlık filizler...Gözlerim unuttuğum gözyaşlarımı akıtarak isyan ediyordu. Dudaklarım karanlığın filizlerine titreyerek karşılık vermişlerdi. Ama en kötüsü kalbimdi. Karanlık avcı misali güçlü bir filiziyle saldırmıştı kallbime...Tek filiz kalbimi yavaşça esir almış onu karartmıştı. Artıık kalbim simsiyahtı. Ve..Gitmişti..Kalbim artık olması gereken yerde değildi. Belki de bu yüzden uyuşmuştum. Doğrular sinirlerime değen alkol misali beni uyuşturmuştu. Hissizleşmiştim. Işığın sönmeye yüz tutsa bile gitmeyeceğini düşünürken bir anda tüm vücudumu karanlık sarmıştı. Bu yakıcı bir soğukluktu. Vücudum karanlığın soğuk tadına alışık değildi. Vücudum bu soğuklukla yanıyordu...
Gözlerimi açtığımda üstümdeki tavana baktım. Karanlık bir yerdeydim. Gözlerimle etrafıma baktım. Sessizlikten başka bir şey yoktu. Yavaşça doğrulduğumda yanan ayağım inlememe sebep oldu. Bir yatakta olduğumu farkettiğimde şaşırdım. Üstümdeki yorganı çektim. Ayağıma baktım. Sargılıydı. Hiç değiilse kanamıyordu. Kaşlarım çatık ayağımı hareket ettirmek için davrandım ki bir erkek sesiyle olduğum yerde kaldım. “Yerinde olsam ayağımı kıpırdatmazdım.” Onu nasıl oldu da görmemiştim? Yatağın karşısındaki koltukta karanlığın içinde oturuyordu. Pencereden içeri süzülen ışık yüzünü seçmeme yetecek kadar yeterli değildi. Gözlerimi kısıp ona baktım. Kaslı ve uzun boyluydu. Yüzüne düşen gölgeler çıkık elmacık kemiklerini ve çatık kaşlarının altındaki kömür karası gözleri belli ediyordu. Ancak hepsi bu kadardı. Gerisi karanlığın içinde saklıydı. “Kimsin sen?” dedim. Hiç kıpırdamadan bana bakıyordu. Bakışlarından rahatsız oldum. Kafamı çevirip odaya baktım. Oldukça büyük olduğunu anlayabiliyordum. “Mete'yi ne zaman tanıdın?” Sorusu üzerine odayı gezen gözlerim bir gardıropta takılı kaldı. Çenem kasıldı. Yavaşça kafamı ona döndürdüm. Acaba Mete'nin bir adamı mıydı? Eğer öyleyse Mete'ninn gelip beni haklaması an meselesiydi. Zaten beni kurtarabilecek başka kimse yoktu. Muhtemelen dinlediğim evin içinde bir odadaydım. Ancak yine de sorusunun haklılığı düşünmeme sebep olmuştu. Sorusu mantıklıydı. Mete'yi ne zaman tanımıştım? 2 yıl önce okulun kafeteryasında mı yoksa bu akşam bir köşeye çekilip gerçek Mete'ye sessiz bir merhaba dediğimde mi? Hangisi tanıdığım Mete'ydi? “Sana. Bir. Soru. Sordum.” diyerek her bir kelimenin üstüne basa basa söyledi. Bu sırada öne doğru uzanınca gözleri pencereden süzülen ışık ile aydınlandı. Oldukça korkutucu görünüyordu. “Sen kimsin?” dediğimde kaşları çatıldı. “Sana bir soru sordum.” dedi. Aynı şeyi tekrarlamasına rağmen ondan korktum. Kim bilir belki de Mete bu adamı yalnızca sorgularında kulanıyordu. Sadece bakışları bile bir kızın sırf onu ikna etmek adına yalan söylemesine sebep olabilirdi. Bu çocuk eğer kötü adam olmasaydı kesinlikle polis olurdu. Gerek görüntüsü gerek ses tonu bana cevap vermezsen sorumluluk kabul etmem diyordu.Ama bu saatten sonra benim için hiç bir şeyin önemi yoktu. Yakalamıştım. Duymamam gereken şeyleri duymuş, görmemem gerekeni görmüş, olmamam gereken yerde olarak hem Mete'yi hem kendimi ifşa etmiştim.Şimdi korkmak sadece zayıf ve ahmakça hatırlanmaktı. Eğer öleceksem bile bunu Mete'yi şaşırtarak yapmak istiyordum. Aptalca gelebilirdi fakat gerçeği haykıran sözleri gururumu ayaklar altına almıştı. Bu yüzden öleceksem bile bunun savaşarak olmasını tercih derdim. “Bende sana bir soru sordum.” dediğimde mümkünmüş gibi kaşları daha çok çatıldı. Gözlerini görünmeyecek kadar kıstı. “Soruna cevap vereceğimi nereden çıkarttın?” dedi. “Sen benim cevap vereceğimi nereden çıkarttın peki?” dediğimde ellerini yumruk yaptı. Sinirlenmişti. Onların düşündüğü gibi aptal olmamı bekliyorlarsa yanılıyorlardı. “Bilmem farkında mısın ama şu anda bilmediğin bir yerde bilmediğin birinin yanındasın. Bu seni korkurtmuyor mu?” dedi. “Sence umurumda mı?” dediğimde yüzünden anlık bir şaşkınlık ifadesi geçtiğine yemin edebilirim. Hadi ama. Sonuçta gerçekleri öğrenmişken kim kiminle ne oynuyordu hala? 2 yıl aptal yerine koydukları yetmiyormuş gibi bir de bunu kendi ağzımla tescillememi mi bekliyorlardı? “Demek umurunda değil.” dediğinde inatla ona baktım. Eli beline doğru gittiğinde ne yaptığını anlayamadan belinden parlayan bir silah çıkarttı. Kendimi biraz geri çekmek zorunda kaldım. Kafasını yana eğip silahına bakmaya başladı. “Bu bir F9..Bununla 21 metre uzaktaki birini alnından rahatlıkla vurabilirsin. Ancak 15 metre yakınındaki birini alnından vurursan yaşama şansı %2 dir. Şimdi söyle bakalım. Odanın içinde kaçabileceğin 15 metrelik bir alan olmadığına ve üzerimdeki yılların tecrübesine göre seni vurmam zor olur mu?” dediğinde korkudan titrememek için büyük mücadele ediyordum. Yine de ona dik dik bakmaya devam ettim. “Anladım. %2 oranına takıldın sen. Ama sana kötü bir haberim var. %2 şansın hastaneye götürülürsen oluşabiliir.” dedi. Bir süre daha silahına baktıktan sonra silahı aramızdaki komidine koydu. Silaha baktım. Hayatımda ilk defa silah görüyordum. İlk defa bu kadar yakından ve doğrudan bana tehdit olarak gördüğüm için oldukça ürkmüştüm. “Silaha uzanmak gibi bir aptallık yapacağını sanmıyorum. Hoş o kadar korumayı atlatıp Mete'nin evinin arka tarafına sızmayı ve aynı yöntemle geri dönmeyi başardın. Bu kadar zeki bir kızın o daha silaha uzanamadan kafasının dağılacağını bilmesi gerekir değil mi?” dediğinde gözlerine baktım. Neydi bu şimdi? Zeki kız...Mete'nin evi...Görende onu Mete'nin adamı değil sanır. Kapıdaki adamlardan biri değildi. Olsaydı onu tanırdm. Muhtemelen içeride, odalardan birinde başka birine işkence ediyordu. Yine de içeride de olsa Mete hakkında bu kadar rahat konuşması tuhafıma gitmişti. Ama bir saniye. Az sonra zaten öleceksem bunun ne önemi var ki? Adama tekrar baktım. Oldukça ciddi görünüyordu. Koltuğunda yayıldı. “Pekala...Anlat bakalım. Mete ile ne zaman tanıştın?” dediğinde bir süre daha sessiz kaldım. Sonunda ağzımı açtım. “Bu gece.” dediğimde karşımdaki çocuk hadi ordan der gibi güldü. “Eminim öyledir. Bu yüzden mi bugün bütün gün beraberdiniz ve seni eve bıraktı. Ama merak ediyorum neden sevgilinin seni öpmesine izin vermedin?” dediğinde şaşırarak ona baktım. Bütün gün izlendiğim duygusu...İzlenme duygusu bundan kaynaklı mıydı acaba? Aptal olma Güneş. Neden Mete'nin adamı sizi izlesin ki? Anla artık. Seninle gerçekten oynuyorlar. Mete'de bu adamda senin kim olduğunu, Mete ile ne zaman tanıştığını adları kadar iyi biliyorlardı. Sadece korkan gözlerini keyif ile izliyorlardı. “Onu tanımıyorum.” dediğimde sinirle öne uzandı. “Bana yalan söyleme kızım. Bu yaptığın en büyük aptallık olur.” dedi. Güldüm. Ben zaten aptal değil miyim?Mete'ye güvenen ve hatta şu anda yaptıkları oyunu hala bozmayan kocaman bir aptal değil miydim? “En büyük aptallığımı zaten yaptım.” dediğimde elini sertçe komidine vurdu. Yerimden sıçradım. “Bana yalan söylemeyi kes!!” dedi. Bende öfkelenmiştim. “Sana yalan söylemiyorum! Mete'yi tanımıyorum! Ama bilmek isterseniz söyleyeyim, ondan nefret ediyorum!! Tüm benliğimle!!” dediğimde gözlerimin dolduğunu hissettim. “Sevgilini korurken ölmek mi istiyorsun? Ne asil bir davranış..” Son cümlesini söylerken abartılı bir şekilde söyleyerek dalga geçmişti. “O benim sevgilim değil. Ve ben sevdiklerimi korumak için bile olsa onlardan nefret ettiğim gibi saçma bir yalanı asla söylemem.” dediğimde birden eli, tellere takılıp kötü hale gelen ayağıma gitti. Eli sıkıca baldırımı kavrayınca acıyla çığlık attım. Tırnaklarını yaralarıma geçirmişti. Yaramın, daha doğrusu yaralarımın ölçütü ne durumdaydı bilmiyordum ancak adamın eli yaralara geçtikçe gerilen ve kopan ipleri hissedebiliyordum. Sanırım biri dikiş atmıştı ve adamın elleriyle dikiş açılmıştı. Bu dayanılması mümkün olmayacak kadar çok büyük bir acıydı. Odanın kapısının açıldığını duymamıştım. Acı bütün vücudumdaydı. Benden bağımsız çıkan çığlıklarım arasında Mete'yi duymak için beklediğimde adam tekrar konuştu. “Bana doğruyu söyle!! Hemen!!” dediğinde gözlerim kapalı çığlık atıyordum. Dayanamadığım bu acıya rağmen onların oyununa daha fazla alet olup kendimi küçük düşürmeyecektim. “Çağıl napıyorsun?” Kadın sesi gelince yaramı bıraktı. Acı içinde yaramı tuttum. Tekrar kanamaya başlamıştı. Kadının söyledği isim kulaklarımdaydı. Çağıl...Çağıl...Mete'nin düşmanı Çağıl mı? Dehşetle Çağıl'a döndüm. Ben Mete'nin düşmanının elinde miydim yani? “Sen burada ne arıyorsun? Git içeride bekle!” Çağıl böyle söyleyince kapıdaki kız sinirle ona baktı. Kızın bakımlı omuz hizasında biten saçları tatlı duran yüzünü çehreliyordu. Melek gibiydi. Ancak Şeytanın yanında duran bir melek. “Biraz gelir misin?” dedi. Bir süre daha bakıştılar ancak Çağıl sonunda ikna oldu. Ancak tekrar bana döndü. Hayır ikna olmamıştı. Bana doğru gelince tekrar gelecek acıyı görmemek için gözümü kapattım. Ancak acı gelmedi. Gözümü açınca Çağıl'ın silahını aldığını ve tekrar beline yerleştirdiğini gördüm. Hızla kızın yanına gitti. Kapıyı sertçe kapattığında yarama döndüm. Oldukça kötüydü. Yaramı kontrol ederken aklımda kızın oğlana Çağıl diye seslenmesi vardı. Nasıl bir belaydı bu böyle? Kötünün iyisi miydi yoksa daha kötüsü mü kararsızdım. Mete 2 yıl boyunca sırf bu adam için katlanmıştı herşeye. Onu öldürmek için. Yaramın üstündeki sargılar kanlanınca durumu tartmak adına sargıları yavaşça açtım. Çağıl gibi birinin yaralarımı sarmadığına emindim. Muhtemlen içeri giren o kız sarmıştı. Yaralarımı açtığımda...Dehşetle yaralarıma baktım. İrili ufaklı bir sürü dikiş vardı. Dikişler profosyonelce atılmıştı. Yaralarımı incelmeye devam ederken kapı açıldı. Üste bir yaramın dikişinin kötü olduğunu gördükten sonra sargıyı geri sardım. Neyseki Çağıl gelmemişti. Kısa saçlı kız yanıma geldi. Elinde bir tepsi vardı. “Yaralarına bakayım.” dediğinde anlamayarak ona baktım. Neden bana yardım ediyordu ki? Hareketsiz kaldığımı görünce yatağın kenarına usulca oturdu. Çağıl gibi birinin çetesinde olup nasıl bu kadar uysal görünüyordu anlamıyordum. Eli sargılarıma uzanınca ayağımı çektim. Gülümsedi. "Merak etme bu konuda oldukça iyiyim." dedi. Sargılarımı açarken açıklamaya başladı. "Seni buraya getirdiklerinde oldukça kötüydün. Kan kaybın vardı. Teller oldukça güçlü yırtmışlar. Bütün dikiş atamadım." dediğinde inanamayarak ona baktım. "Dikişleri sen mi attın?" dedim. Doktorluk nedir bilmeyen birinin dikişlerimi atması beni dehşete düşürmüştü. Ancak sonradan duyduklarımla daha çok dehşete düştüm. "Ben bunun için buradayım. Emin ol bundan daha kötü yaralarla karşılaştım. Neyseki tıpta 4. sınıfta olunca oldukça ilerleme kaydediyorsun. Bu işin iyi yanı ise pratik yapmam. Sınıfımda oldukça başarılıyım." dediğinde ağzım açık kalarak ona baktım. "Tıp öğrencisi misin?" dediğimde gülümsedi. Bu sırada yaramı muayane ediyordu. "Dikişler açılmadığı için şanslısın. Sadece bir dikişin zedelenmiş fakat sorun değil. Çağıl bazen cidden kontrolden çıkabiliyor." dedi. Pansumanımın kalanını yaparken ikmizde konuşmadık. Pansumanımı bitirdiğinde yanma biraz olsun geçmişti. Kıza baktım. Çağıl kadar korkutucu görünmüyordu. Kim bilir belki de bana burdan çıkmam için yardım edebilirdi. Belki de Çağıl onu da zorla tutuyordu. Belki de artık durumu kabullenmişti. "Neden buradasın?" dediğimde anlamayarak bana baktı. Sözlerime devam ettim. "Tıp öğrencisisin. Geleceğin oldukça parlak. Ama neden burada kalıp...Tüm bu...çirkin şeyleri yaşıyorsun?" dediğimde ne demek istediğimin farkına vararak gülümsedi. "Çağıl'dan korkuyorsun değil mi?" dediğinde yüzümü buruşturdum. Ayağıma yaptıkları, silahı ile beni tehdit etmesi ve ürkütücü bakışlarıyla oldukça kokmamı sağlıyordu evet. Yinede kafamı hayır manasında salladım. Bu onu güldürdü. "Biliyor musun oldukça tuhafsın. Alper bana Mete'nin evine girmek için yaptıklarını anlattı. O eli silahlı ve seni yakaladıkları anda öldürecek piç kurularına rağmen o eve girmeyi başarmış ve sonra da elini kolunu sallayarak çıkmışsın. Bu senin gibi çıtı pıtı bir kızdan hiç beklenilmeyecek bir ataktı." dedi. "O eve girmek zorundaydım." dediğimde bana baktı. "Mete sana yalan söyledi değil mi? Gerçek hayatıyla ilgili." dediğinde inkar etmenin bir faydası yoktu. Kafamı hafifçe salladım. "Aşağılık herif..Bak..Çağıl'dan korkuyorsun ya..Mete'nin yanında Çağıl masum kalır. İnan bana. O herifin yapabileceklerini tahmin bile edemezsin. Kazanmak için oldukça aşağılık şeyler yapar." dediğinde yutkundum. Ne var varki için için haklı olduğunu biliyordum. "Az önce sorduğun sorunun cevabı da Mete zaten. Mete yüzünden buradayım." dediğinde anlamayarak ona baktım. Konuşmakla konuşmamak arasında gidip geldiği belliydi. Kim bilir Mete bu kıza ne gibi bir hainlik yapmıştı. “Boşver. Sadece...Sorulara cevap ver. Ve..Biliyorum şu an bu dediğime saçmalık diyeceksin ama Çağıl'a güven. O mete gibi değil.” dediğinde ona baktım. “Gerçekten saçmaladın.” derken kapı açıldı. İçeriye Çağıl girince adını hala öğrenmediğim kız ayağa kalktı. Çağıl bana bakmadan kıza konuştu. "Yarası nasıl?" dedi. "İyi. Dikişleri neyseki açılmamış." Kız böyle söyleyince Çağıl hafifçe kafasını salladı. "Gerisini ben hallederim." dediğinde kız onaylamayan bakışlarla Çağıl'a baktı. Lütfen gitme. Lütfen beni yalnız bırakma. "Gerisini ben hallederim Sevda teşekkürler." dediğinde kızın isminin Sevda olduğunu öğrendim. Ancak bu ismi daha önce de duymuştum. Nereden duyduğumu hatırlamaya çalışırken aklıma geldi. 2 gün önce, olaylar başlamadığında Mete'nin gözlerini oyun amaçlı kapadığımda bana Sevda demişti. İğrenç sapık. Bu kızdan bahsediyormuş. Sevda son kez bana bakıp çıktığında hala aklımda o gün vardı. Bana benden başka kimseyi önemsemediğini söylemişti. Ne kadar da rahat rol yapabiliyordu. Çağıl koltuğa oturduğunda yüzümdeki ifadeyi görüp yanlış anladı. "Sana zarar vermeyeceğim." dedi. Zihnimi o pis hatıradan çekip Çağıl'a baktım. "Belinde silah varken bunu söylemen ironik." dediğimde şaşırarak bana baktı. "Hala akıllanmadığına inanamıyorum. Benimle böyle konuşamazsın. Bunu anlaman için ne yapmam gerek anlamıyorum." dedi. Gözlerini kapattı. Biraz böyle kaldı. Kendini sakinleştirmeye çalıştığı belliydi. "Pekala..." dedi ve durdu. "Adın ne?" diye sorduğunda cevaben aldığı sessiliğe kaşlarını çattı. "Bu şekilde ilerleyemeyiz huysuz kız. Anladın mı? Bu şekilde olmaz. Lanet olsun. Bana cevapları ver ve kurtul!!" diye bağırdığında geri çekildim. Sevda'nın dedikleri aklıma geldi. Sadece sorularına cevap ver. Sonunda pes ettim. "Güneş..Adım Güneş.." dedim. "Pekala Güneş..Şimdi anlat bakalım Mete ile nasıl tanıştın? Ve şunu bilki onu tanımıyorum dediğinde Sevda'nın koruması bile işe yaramayacak." diyerek ürkütücü bir bakış fırlattı. Bir süre öylece dururken sabırla ağzımdan dökülecek kelimeleri bekledi. "2 yıl önce okula geldiğinde tanıştık." dedim. Cevap verip konuşmaya başlamam onu rahatlattı. Koltukta iyice yayıldı. "Nasıl tanıştınız?" dedi. O günü hatırladım. "Çarpışmıştık. Kantinde. Okula yeni başladığını ve adının Mete olduğunu söylemişti." dediğimde kafasını inceleme yapıyor ve bende kobaylığını üstleniyormuşum gibi salladı. "Okuldan önceki hayatıyla ilgili ne dedi?" diye sordu. "Ailesinin Amerika'da yaşadığını, iş için orada kaldıklarını söyledi." dedim. Geçmişin masum heyecanlarını tekrar yaşamak canımı acıtıyordu. Nasıl da rahat söylemişti tüm o yalanları."Tanıştıktan sonra ne kadar süre içinde sevgili oldunuz?" dedi. "Bu bilginin sana ne gibi yarar sağlayacağını merak ettim doğrusu." dediğimde kaşları çatıldı. "Hangi bilginin ne zaman işime yarayacağına ben karar veririm. Şimdi cevapla." dedi. Korkutucu bakışları olmasa cevaplamamakta ısrar edebilirdim. Ama öyle korkunç bakıyordu ki her an tekrar ayağıma yapışabilirdi. Ve bu sefer dikişlerin patlayacağına adım gibi emindim. "Bir hafta sonra." diyerek sinirle gözlerinin içine baktım. "Bir hafta mı? O kadar da zor bir kız değilmişsin ha?" dediğinde sinirlendim. Aptallığımı yüzüme vurması canımı acıttı. "Evet. Çok basitim. Saniyeler içinde beni isteyen her erkek etkileyebilir. Aptalım tamam mı? Bir hafta içinde bir insana inanacak kadar aptalım oldu mu?" dediğimde gözleri gözlerimi delip sanki ruhuma bakmaya başladı. Oldukça uzun bir süre bana böyle baktığında dayanamayıp gözlerimi çevirdim. Gözlerimin dolduğunu o an anlamıştım. "Ben buna aptallık demezdim." dediğinde kafamı çevirip anlamayarak ona baktım. "Ben buna koşulsuz güven derdim." dediğinde daha fazla dayanamayıp damlalardan birinin düşmesine izin verdim. "O benim ilkimdi." diyerek gereksiz bir itirafta bulununca şaşırdım. Neden ona böyle bir şey söylemek ihtiyacı duymuştum ki? Şimdi benimle daha da çok dalga geçecekti. Yüzüne baktığımda katıksız bir şaşkınlık ifadesi yakalayınca sinirlendim. "Ondan öncesi yok muydu?" diye şüpheyle sordu. "Herkes etrafındaki kızlar gibi değildir. Ben...." dedim ve sustum. Ne diyecektim? Gerçek aşkı arıyordum ve asla aşık olmamam gereken bir adama 2 yılımı verdim mi diyecektim. Hiç sanmıyorum. "Sen ne?" dediğinde gözlerimi kaçırdım. "Yok bir şey." dedim. Şaşırmama sebep olarak üstüme gelmedi. Bir süre sessizce oturdu. Sorulara devam etmekle etmemek arasında kalmış gibiydi. Arada ağzını açıyor fakat hemen sonra kaptıyordu. Belindeki silah ve konrtolsüzce parlayan öfkesi olmasa ona kafa tutabilirdim. Ancak böyle bir şey yapmak sadece daha çok sinirlenmesine yarardı. Bu sırada bir ses geldi. Bir telefon titriyor gibiydi. Telefonu düşününce aklıma kendi telefonum geldi. Acaba neredeydi? Çağıl gözlerini devirdi. Sıkıntılı bir biçimde cebinden bir telefon çıkarttı. Benim telefonum! Kaşlarımı çattım. Telefonumla ne işi vardı? " Merve her kimse Mete'yi takip ettiğini biliyor ve senin için endişeli. Son mesajında polise gideceğini yazmıştı.” dediğinde elim telefonuma uzandı. Telefonu geri çekince olduğum yerde kaldım. “Birkaç mesajı ben attım ancak senin yazmadığını anladı. Sanırım polise gitmemek için onu ikna edebilirsin.” dedi. Hareketsiz kaldığımı görünce koltuğunda öne doğru uzandı. Yüzlerimiz oldukça yakındı. Ne varki tuhaf bir biçimde bundan rahatsız olmuyordum. Kokusu çam ağacı gibiydi. Güven veren ve koruyan tarzda. Mete'nin pahalı parfüm kokusundan oldukça farklıydı. Hafifçe kirli sakalı vardı. Elmacık kemiklerinin hemen altında ona sert bir ifade katarak orada duruyorlardı. Telefonumu eliyle havaya kaldırdı. Telefonuma bakıyordum. “O kızı ara. Ona iyi olduğunu ve eve döndüğünü söyle.” dedi ve telefonu bana uzattı. Yutkundum ve tekrar telefona uzandım. Ancak telefonu tekrar geri çekince kaşlarımı çatarak ona baktım. “Ufacık, küçücük bir hata...” dedi ve sağ eliyle beline uzandı. Az önce hayran hayran baktığı silahını tekrar çıkarttı. Silahına tutkuyla bakarken herhangi birşeyi vurmayı ne kadar çok sevdiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Gözlerimdeki korkudan eğlenir gibi kafasını yana eğdi. “Seni bitirmeye yeter.” cümlesini tamamladıktan sonra telefonu tekrar uzattı. Daha ne kadar bitebilirdim ki...Korkum cesaretimle bir nebze olsun yer değiştirmeyi başarınca bende onun gözlerine meydan okuyarak baktım. Ardında telefonu yavaşça aldım. Gözlerim ekrana kaydı. Ekranda Mete ile olan resmimiz vardı. En kısa sürede bu resimleri hayatımdan çıkaracaktım. Mesela buradan kurtulur kurtulmaz. Merve'nin numarasını rehberde bulup yavaşça arama tuşuna bastım. Çağıl gözlerini benden bir saniye bile ayırmıyordu. Bende onun gözlerine bakıyordum. Merve ilk çalışta telefonu açtı. “Seni öldüreceğim! Mete bunu başaramadıysa bunu ben yapacağım!” dedi. Telefondan gelen sesi odanın sessizliğinde yankılandı. Çağıl telefonu çok rahat duyuyordu. “Merve sakin ol. Konuşacak durumda değildim.” dediğimde deliler gibi odasında dolaştığını tahmin edebiliyordum. Telaşlanınca böyle yapardı. “konuşacak durumda değil miydin? Tanrım!! Burdan meraktan öldüm kızım!! Tamam peki neredesin? Eve geçtin mi? Yanına geleceğim.” dediğinde sakinliğimi korumaya çalıştım. İmdat dememek için kendimi zor tutuyordum. Çağıl'ın korkunç gözleri her geçen saniye bu isteğimi arttırmama sebep oluyordu. “Evdeyim fakat yalnız kalmaya ihtiyacım var. Yarın konuşalım olur mu?” dedim. “Hayır hayır hayır. Ne demek yarın konuşalım? Orada neler oldu? Mete kimmiş? Hepsini bilmek istiyorum. Hemen!” Merve'nin bu sözleri üzerine Çağıl kafasını hayır anlamında iki yana salladı. “Merve. Cidden bu gece yalnız kalıp kafamı toplamak istiyorum. Lütfen anla beni. Yarın sana herşeyi anlatacağıma söz veriyorum.” dediğimde itirazlarına devam edecekti ki Çapıl telefonu kapat işareti yaptı. “Bak şimdi kapatmam gerek. Yarın okulda konuşuruz. Hoşçakal. Ve..Seni seviyorum.” dedim ve itirazına izin vermeden telefonu kapattım. Çağıl elini uzatınca telefonu ona uzattım. “Beni ne zaman bırakacaksın?” dediğimde kafasını yana eğip bana baktı. “Herkese bu kadar kolay seni seviyorum der misin?” dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. “Anlamadım?” dediğimde ifadesiz yüzü bozuldu. “Her zaman. Her önüne gelene. Seni seviyorum der misin?” diye tane tane ve oldukça yavaş sordu. Pekala. O kimdi ki böyle bir soruyu sorma hakkını kendinde buluyordu. “Bu da mı Mete ile ilgili bir bilgi olacak?” dediğimde çenesi kasıldı. Damarıma bastığında bir şey yoktu. Hatta bundan zevk alıyor gibiydi. Neden ben bir şey sorunca hemencecik bozuluyordu. “Bugün seni öldürmeme kararımın geçerliliği git gide azalıyor.” dedi. Sesi ve tavırları ve elinde duran silahı bunu destekler nitelikteydi. Yutkundum. Tekrar öne doğru uzandı. “Başta sorduğun soruya gelince...Buradan çıkacaksın. Ama ne şekilde olacağı sana bağlı.” dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu da ne demek şimdi? Sözlerine devam etti. “Buradan çıkarsın. Mutlaka çıkacaksın. Ama diri ama....ölü..”dedi ve tekrar silahına baktı. Tekrar bana baktı ve konuştu. “Buradan sağ çıkmak mı istersin yoksa...” dedi ve omuz silkti. Uzunca süre ona baktım. Sunduğu seçenekler arasında gidip geldim. Belki de ölüm kolay olurdu. Eğer Çağıl beni öldürecekse hiç değilse tecavüze uğramazdım. Ölüm güzel bir seçenekti. Eğer sağ çıkmayı seçersem bunun bir bedeli olacaktı. Çağıl benden bir şey isteyecekti. Peki buna hazır mıydım? Daha Mete'nin nasıl bir pislik olduğunu yeni öğrenmişken kendimi aynı pislikte, Mete'nin rakibine çalışır bulmaya hazır mıydım? Başımı dikleştirdim. Buradan sağ ya da ölü çıkmak. Bu benim kararımdı. Ve ben....Kararımı vermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN FISILTISI
Teen FictionMete ile hayatımız birbiri için yaratılmıştı. İkimizde birbirimizi tamamlıyorduk. O benim ilk ve son olmasını umduğum aşkımdı. Ta ki okula kanlar içinde, ölesiye dövülmüş o adam gelene kadar. Sonrası mı?.. Sonrası yoktu. Kalbi yok olmuş 17 yaşınd...