ŞİFRE

33 1 0
                                    

ŞİFRE

Hayatımız önümüze serilen seçeneklerden ibaret olsa da her şey iki sonuca dayanıyordu. Yaptığımız asıl iki tercih bizi yönlendiriyordu. İyi..Ya da kötü...Seçtiğimiz yol önümüze ışık tutarak bize devam etmemiz için destek olur.Ve bu yolları simgeleyen renkler..Siyah ve beyaz... Ya siyahsındır ya da beyaz. İkisi birden olmak...İşte bu gerçekten imkansız. Hayatımın başından beri rengimin beyaz olduğunu sanırdım. Çünkü beyaz olduğunu sanmamı sağlayan bir hayatım vardı. Güzel giden bir hayatım. İyi giden derslerim, harika bir yakın arkadaşım, mutlu mesut ailem ve mükemmel bir sevgilim...Beyaz daha ne kadar beyaz olabilirdi ki...Mutluluk en yakınımdaydı. Etrafımda çocuklar gibi pervane olan mutluluk iyiliğin yoludu. Hiçbir zaman siyahla karşılaşmamıştım. Hayatımın hiçbir evresinde. Siyah bana çok uzaktı. Ürkütücü ve korkutucuydu. Siyahın içine girmeyi bırak siyaha bakmaya bile cesaret edemezdim. Zaten siyahtan önce bir geçişin olabilceğine inanırdım. Bir insan beyaz doğmuşken birden siyah olamazdı. Hayat onu önce gri olmaya iter sonrasında gittikçe kararmasını sağlardı. Gri dönülebilecek bir noktaydı benim için. Oysa şimdi..Gri diye bir şeyin olmadığını anlamıştım. Ya beyazsındır ya da siyah. İnsanın kalbi tek bir gece sökülüp yok edilebiliyorken gri adaletsizlikten başka bir şey değildi. Gri bir kalbin yarısının kesilip alınmasıydı. Yarın mutluyken yarın mutsuzdur. Yarın acırken yarın haz duyar. Gri acıdır. Kör bir bıçak gibidir. Canını yakar ama hiç bir zaman kesemez. Peki şimdi? Gri olmadan siyahın en karanlığıyla karşılaşmıştım. Tek bir gecede kallbim yok olmuş ve aynı gece siyahın soğuk sesinin davetkar fıdıltısıyla karşılaşmıştım. Yaptığım ve yapacağım herşey artık siyah içinde giden aykalarımın izlerinden ibaretti. Karanlığın aydınlattığı bu yola bir defa adım atarsan geri dönüşün olmayacağını biliyordum. Ve artık karanlığın aciz piyonlarından biri olmuştum. Ya bu karanlık beni yok edecek ya da beni besleyerek kazanmamı sağlayacaktı.

Mete'nin elimi tutan eline baktım. Güven ve huzur vericiydi. O kadar her zamanki gibiydi ki yaşamdıklarımın kabus olma ihtimali vakit geçtikçe artıyordu. Kim bilir belki de kendimi buna inandırmak istiyordum. “Merdivenlerden düşmeyi nasıl başardın. Ah Güneş. İyiki daha kötüsü olmamış.” dediğinde sargılı ayağıma baktım. Ona gerçeği söylemem mümkün değildi. Bu yüzden ayağımda kaslarımın yırtıldığını söylemiştim. Mete'ye baktım. “Korkulacak bir şey yok. Doktor geçeceğini söyledi.” dedim. “Dikkat et. Sana zarar gelmesine dayanamıyorum.” dedi. Gözlerinde gözle görülür bir endişe dalgası vardı. “Korkulacak bir şey yok. Ben iyiyim.” dedikten sonra hafifçe gülümsedim. Bedenen aldığım bu yara canımı acıtsada ruhuma kıyasla bir hiçti.. “Topallarken bile çok güzelsin.” diyerek beni teselli edişine güldüm. “Eminim öyledir.” dedim. “Ciddiyim. Her halinle güzelsin.” dediğinde yanaklarımın kızarmasını bekledim. Oysa hiç Bir şey yoktu. Yanaklarım kızarmamıştı. O da bunu farketti. “İnanamıyorum yanakların kızarmadı.” dedi. Kim bilir belki de insan sevdiğinin sözlerinden utanırdı. Utanmak masum bir duyguydu. Oysa Mete bedenimden sadece kalbimi söküp çıkartmamıştı. Benden ruhumu da almıştı. “iki yıldır aynı sözleri duyduğumdan olsa gerek.” dedim. Söylediklerimi anlamaya çalışır gibi gülerek bana baktı. Ancak bir şey demedi. “Bugün çıkışta bir şeyler yapalım mı? Sınav öncesi stres atarsın.” dedi. “Sınav sadece bana değil biliyorsun.”Güldü. “Evet ama kimse senin kadar çalışmıyor.” dedi. Liseyi ve liselileri zırvalık olarak adlandırıldığı düşünüldüğünde söylediği mantıklıydı. “Çalışmak zorundayım.” dedim. Bu vakite kadar sadece istediğim için çalışmıştım. Oysa şimdi çalışmak zorundaydım. Tek hayalim buradan uzaklara gitmek ve yeni bir başlangıçla kendimi aramaktı. “Neden?” dedi. Gülümsedim. “Hayatım mükemmel değil. Ailem hiç bir zaman zengin olmadı. Daha fazla onlara yük olmaya hakkım yok.” dediğimde kaşlarını çattı. “Benimkiler Amerika'dalar diye zengin falan değiller. Orada küçük bir kasabadalar. Yani küçük hanım senin anlayacağın kimsenin ailesi zengin değil. Ve inanmayacaksın belki ama bende hayatımı kurtarmak istiyorum.” dedi. Gülümsedim. Sahi gerçekten hayatını kurtarmak ister miydi?Kendini bu karanlıktan çekmek ve sıfırdan başlamak. Düşüncelerim aptallığımın bir başka göstergesiydi. Mete asla değişmek istemezdi. O karanlık olandı. Zaten bende kötü çocuğu iyi yapabilecek biri değildim. Belki hakkımdaki düşüncelerini öğrenmeseydim onun için bir çıkış yolu olabileceğimi düşünebilirdim. Ancak Mete sadece öldürmek ve ölümle gelen zaferleri karşılamk için savaşıyordu. Okula vardığımızda elini bıraktım ve okula doğru yürüdüm. Merve sınıfın kapısında bir o yana bir bu yana volta atıyordu. Beni görünce koşarak yanıma geldi. “Ayağından başlayarak derhal anlatmaya başla.” dedi. Etrafıma bakındım. Kalabalıktı. İnsanlar ilk derse girmeden kapılarda gruplar halinde konuşuyorlardı. “Hadi..”diye ısrar etmesiyle onu kolundan tuttum ve homurdanmasına aldanmadan kızlar tuvaletine götürdüm. Tam bu sırada şansıma zil çaldı. Biz içeri girerken kızlar çoktan çıkmaya başlamıştı. “Anlat hadi. Neler oluyor Güneş?” dediğinde iç çektim. “Mete'nin evine gittim. Söylediği yerde oturmuyormuş.” dediğimde sabırsızca ayağını yere vurdu. “Orasını anladık kızım. Sonra? Mete'nin evine girdin mi?” dedi. “Evet. Aslında..Mete'nin ailesi..Burada yaşıyormuş.” dediğimde kaşları çatıldı. “Amerika'da yaşıyorlardı hani?” dedi. Kafamı iki yana salladım. “Hayır. Buradalar ve..Onlar...”dedim ve sustum. “Çatlatma adamı onlar ne?” dedi. “Sorunlular.”dedim. “Sorunlular da ne demek kızım? Anlat şunu artık.” dedi. “Babası..Mete'yi dövdü.” dediğimde şok olarak bana baktı. Hikayeye inanması için eklmeler yapmam gerekiyordu. Tabi önce Merve'nin bir tepkisini ölçmeliydim. “Ne!! Nasıl?!Şunu başından adam gibi anlat!” diyerek hayret nidaları attı. “Mete'yi takip ettim. Onun farklı bir yere gittiğini görünce çok kızdım ve kahroldum. Bana yalan söyledi sonuçta.” dediğimde kollarını göğsünde birleştirdi. “Yalan demişken...Senin de bana attığın yalanı hatırlatmak isterim. Ve ayrıca bir ara mesajlarıma senin cevap atmadığına yemin bile edebilirim.” dedi. Bir ara mesajlarına cevap yazamayacak kadar kan kaybettiğimden olsa da bunu es geçtim. “Gerçeği öğrenmek için tek şansımdı. Ve ayrıca ertesi gün kati suretle polise gideceğimizi söylemiştin. Elimdeki ilk ve son şansımdı.” dedim. “Bu tartışmaya oldukça açık. Yalandan tut verdiğin sözü tutmamaya kadar derin bir suçlama dosyası oluşabilir ve sen sonunda pes edip cezanı kabul edersin ama şu anda asıl konu bu değil. En son Mete diyordun.” dedi. Oldukça sabırsızlanmıştı. İstediğim gibi gidiyordu. “Mete küçük bir eve girdi. Tek katlı olduğu için penceresinden içeriyi görebiliyordum.” dedim. Uydurduğum ev ile gerçekte gördüğüm dört tarafı koruma ile kaplı o villayı hatırladım. Ahşaptan ve dağ evi görünümündeydi. “Mete eve girdi. Evde bir kadın ve bir erkek vardı. Anne ve babası..” dediğimde aklıma Mete'nin kendisi gibi iğrenç arkadaşı geldi. Koltukta gevşek bir şekilde oturup hakkımda beni hiç tanımadığı halde aptal diye yorumlar yapabilecek kadar egosu tavan yapmıştı. “Babası ile tartıştılar. Sanırım Mete bir süredir eve gitmiyormuş.” dediğimde sıradaki yalanım Mete'nin okula gelen adamını aklamaktı. “Mete'nin yanına gelen adamı Mete'nin babası dövmüş.”dediğimde mümkünmüş gibi Merve'nin ağzı daha çok açıldı. “Sırf Mete'nin yerini biliyorda söylemiyor diye...” dedim. “İnanamıyorum...” derken sesi gittikçe düşmüştü. “Mete babasına o adam için hesap sormaya gitmiş zaten. Neden onu dövdüğünü sordu ve...Kavga ettiler. Mete babasına ondan nefret ettiğini söyledi. Zaten sonrası...” dedim ve durdum. Mete ve iğrenç arkadaşı konuşmuş ve beni olduğum yerde gömmüşlerdi. “Sonra ne oldu?” derken Merve kolumu sıvazladı. Üzülmemin sebebini anlattığım yalan hikayeye bağlamıştı. Bunu bozmaya niyetim yoktu. Böylesi daha inandırıcı olurdu. “Babasının elinde bir içki şişesi vardı. Bir anda ben ne olduğunu anlayamadan Mete'nin kafasında şişeyi kırdı. Mete'nin sendelemesini fırsat bilip..Üstüne saldırdı.” dediğimde Merve açık kalan ağzını kapattı. “Ben...Ne diyeceğimi bilemiyorum. Üzgünüm..” dedi. “Annesi ise bir köşede oturmuş olanları izliyordu. Kadın hiç Bir şey yapmadı. İnanabiliyor musun? Orada durdu ve babasının Mete'yi hırpalamasına izin verdi.” dediğimde şaşırdı. “Gidip müdahale etmemek için kendimi zor tuttum. O kadını sarsmamak, babasının karşısına dikilmemek için kendimle savaştım.” dedim. Merve şok içinde öğrendiklerini hazmetmeye çalışıyordu. “Yani şimdi Mete..”dediğinde sözünü ben tamamladım. “Mete tamamen suçsuzmuş. O sadece ailesinden kaçan biriymiş.” dediğimde Merve'nin yüzünden geçen hüzün buna inandığını gösteriyordu. “Zavallı Mete.” dedi. “Bunlar kesinlikle aramızda kalmak zorunda Merve. Asla. Asla Mete bunları bildiğimizi bilmemeli. Asla.” dediğimde üzüntüyle kafasını salladı. “Hadi sınıfa girelim. Geç kalmayalım.” dediğimde Merve mekanik hareketlerle yanımda yürüdü. Ardından arkasına döndü. “Az kalsın unutuyordum. Ayağın orada oldu değil mi?” dedi. “Yakalanmayayım derken düştüm.” dediğimde gözlerini devirdi. “Bir gün sakarlıktan öleceksin kızım.” dedi. Gülümsedim. “Çok acıyor mu?” diye endişeyle sordu. “Üstüne basamıyorum.” dedim. “Eh be kızım. Eh be.” dedi.Hayat ne de oyunbazdı. Sınıfa geçtiğimizde Mete sırasında oturmuş kapıya bakıyordu. En son biz girdiğimizde gözleirmiz direk buluştu. Gözlerimiz buluşunca gülümsedim. Hemen peşimizden dersin öğretmeni girdi. Sıramıza geçtiğimizde Mete hala beni izliyordu. Ders boyunca düşüncelere dalmıştım. Sadece bir gece hayatı öğrenmeme yetmişti. Hayat ne tuhaftı. İnsan bir anda nasıl da tepetaklak oluveriyordu. Tek bir adım insanı nelere sürükleyebiliyordu. Bir anda kendimi tarafı olmadığım bir savaşın odağı olarak bulmuştum. Üstelik kalbimin yok oluşunu izleyerek. İçimde bir yerler acıyordu. Kalbim olmadığını biliyordum. Onu dün gece kaybetmiştim. Acıyan, kalbimin yanmasıyla oluşan boşlukta asılı kalan küllerdi. Her an alevlenip bütün vucudumu saracak gibi tetikte bekliyorlardı. Her an pes edip kaybedebilirdim. Her an kendimi ateşlerin içinde bulabilirdim. Bütün gün düşünceler peşimi bırakmamıştı. İlk dersten son derse kadar sadece içinde hapsolduğum karanlıkla uğraşmıştım. Son dersin bitimini haber veren zilin ardından Mete yanıma geldi. Merve ona hüzünle bakıyordu. “Hoşçakal Merve.” dediğimde bana sarıldı. Kulağıma yanaştı ve usulca “Ona iyi davran.” diye fısıldadı. Gülümsedim. Ona iyi davranmak mı? İşte bu bundan sonra asla yapamayacağım bir şeydi. Herkes, herşeyi yapmamı isteyebilirdi benden. Ama Mete'ye iyi davranmak..Bana buz gibi gelen elini tuttuğumda onun ne kadar acımasız ve katil ruhlu biri olduğunu biliyordum. Katil olmak için birini öldrümek gerekmezdi. İnsan sözleriyle de birini yok edebiliirdi. Onu bir hiçliğin oratasına bırakabilirdi. Dün gece Mete de bunu yapmıştı. Beni elimden tutup bir hiçliğin ortasına bırakıp gitmişti. Sinemaya giderken konuştu. “Merve'nin o...tuhaf halleri de neydi?” diye sordu. “Ne vardı ki?” dedim. “Bana biraz...tuhaf bakıyordu. Acıyormuş gibi.” dedi. Gülümsedim. “dün gece eski erkek arkadaşlarından biri geri dönmesi için ona yalvarmış. Sonra da ağlamış.” dediğimde güldü. “Onun gibi bir kızı elde tutmayı başarmak mümkün değil.” dediğinde aklıma dün gece Merve için söyledikleri geldi. Söyledikleri karşısında bir sürü şey söyleyebilirdim. Ancak sustum. “Ayrıca bir erkeğin ağlaması çok itici.” diye eklediğinde ona döndüm. “Ağlamak iticilik değildir. Ağlarsın çünkü dayanacak hiçbir şeyin kalmamıştır. Ağlarsın çünkü vücudun yaşadığı ruhsal acıyı dışarı yansıtmak ister. O kadar büyük bir acı duyarsın ki ağladığında herşey daha boş gelir. Umursamazsın.” dediğimde bana baktı. Kaşları çatılmış sözlerimi tartıyordu. Sonunda elini yüzüme koydu. “Asla ağlamana sebep olmayacağım. Ve sana yemin ediyorum seni ağlatan kişi karşısında beni bulacak.” dediğinde güldüm. Beni ağlatan kişinin bunları söylemesi ne büyük bir ironiydi böyle. Sinemaya geldiğimizde romantik bir film seçmek istedi. Gerçek Mete'nin için için isyan ettiğini biliyordum. Bu yüzden orada duran bir mafya fiilmine baktım. “buna girelim.” dediğimde filme baktı. Seçtiğim filme güldü. “Sen ciddi misin?” dedi. “Hayat her zaman güllük gülistanlık değildir. Sonuçta bu filmlerin de esinlendiği hayatlar var ve bu hayatlar burnumuzun dibinde yaşanıyor.” dedim. “Pekala Güneş. Nasıl istersen.” dedi. Film tahmin ettiğim gibiydi. Bir köşeden bir adam çıkıyor ve sinsice diğer adamı vuruyordu. Mete'nin yanımda filmi keyifle izlediğini görebiliyordum. Kan, silah, ölüm...Bunlar onun asıl dünyasını oluşturuyordu ve yaşadığı yalan hayatta kendi dünyasından izlere rastlamak onu mutlu etmişti. Film ara verince dışarı çıktık ve sinemanın önündeki mini bir cafenin masalarından birine geçtik. Mete telefonunu masanın üstüne koydu. “Ben hemen geliyorum.” dedi ve gitti. Lavobaya girene kadar bekledim.Telefonu. İçinde bir şeyler bulabilirdim. Ve şu anda tam karşımdaydı. Tereddüt etmeden telefonu elime aldım. Ekranında resim yoktu. Ancak şifre vardı. Kahretsin. Şifre de nereden çıktı? Hemen doğum tarihini girdim. Yanlıştı. Acaba öldürdüğü adamların sayısını mı yazmıştı? Yoksa altına aldığı kızların sayısı mıydı? Aptalca olacağını bilsem de kendi doğum günümü girdim. Tahmin ettiğim gibi yanlıştı. Kaşlarımı çattım. Kapıya baktım. Henüz çıkmamıştı. Mete eğer yalan söylemediyse galatasaraylıydı. 1905 rakamını tuşladım. Yanlış. Pes edip telefonu yerine koydum. Mete gibi biri telefonuna şifre olarak ne koyardı ki? Dayanamayıp telefonu tekrar elime aldım. Çıktığımız tarih? Aptallaşma. Mete duygusuz bir oyuncuyken neden böyle basit bir şeyi yazsın ki? Yine de tuşladım. Yanlıştı. Neden şaşırmamıştım acaba? Arkamda birinin olduğunu hissedince kafamı arkama çevirdim. Buz gibi bakışlarıyla karşımda duruyordu. İşte şimdi...Batmıştım.

KARANLIĞIN FISILTISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin