O gece gidip Amaris’e teslim oldum. Elbette Yaroslov gelene kadar suçlu sayıldığım için zindanda kalacaktım. Zindanın en güzel yanı karanlık olmasıydı. Ağladığımı, korktuğumu kimse görmüyordu. Yanımda duran yemek kasesine dokunmamıştım. Zira burada hareketsiz durarak yeterince enerji tasarrufu ediyordum. Gün ağarmak üzere olmalıydı. Üç gün ne kadar istemesem de çabucak geçmişti.
Zian her gün ziyaretime gelmişti. Üzülmesini istemediğim için ona iyi görünmeye çalışıyor, zorla da olsa gülümüyordum. Ayak sesleri duyulduğunda benim için geldiklerini biliyordum. Karşı taraftaki adam biranda ayağa kalktı. Uzun sakalları ve saçları uzun süredir zindanda olduğunu kanıtlıyordu. Adam parmaklıklara tutundu ve bağırmaya başladı.
“Lütfen! Yalvarıyorum çıkarın beni buradan!” Birkaç kez parmaklıklara vurdu. “Hata mı anladım. Sayın prensim çıkarın beni buradan. Ailemi özledim! Ne olursunuz!”
Birkaç saniye içinde Zian görüş açıma girdi. Gözleri adamın üzerindeydi.
“Daha iki yılın var Arthur. Seni henüz çıkaramayız.”
“Prensim lütf-“ Zian’ın sus dercesine elini kaldırmasıyla adam sustu. Yavaşça eğilerek selam verdi ve gerileyerek yerine oturdu. Zian bana döndüğünde çoktan ayağa kalkmıştım. Kelepçeli ellerimi kaldırıp ona selam verdim.
“Zamanı geldi Adelina.” Gardiyandan aldığı anahtarla parmaklıkların kilidini açtı. Yanından geçerken kulağına fısıldadım.
“Bana acıyarak bakman beni kırıyor.”
“Seni koruyamadım.”
“Elinden geleni yapıyorsun.” Ona gülümsedim. Gülümsemem yanıtsız kalırken önümden giden adamları takip etmeye başladım. Saraydan çıktığımda beklemediği bir şey oldu. Bütün halk sarayın bahçesinde toplanmıştı. Beni izleyeceklerdi. En önlerinde oturan bir adam vardı.
Yaroslov elçisi olmalıydı. Cezamı çektiğime sadece onun şahitlik edeceğini sanırken bütün halkın gelmiş olması beni rahatsız etmişti. Muhafızlar beni yan yana yere sabitlenmiş iki direğin arasına getirdi. Kelepçemi açtılar ve kollarımı direklere bağladılar. Bu arada Zian’ın ilerimde arkası dönük beklediğini gördüm. Beni izlemeyecekti.
Arkamdan bana yaklaşan ayak sesleri işittim. Yaklaştı ve elini elbisemin arkasına atıp yırtarak sırtımı açığa çıkardı. Beni kırbaçlayacak kişi Yaroslov’dan olmalıydı diye düşünürken adam önüme geçip gözlerime baktı.
“Ivan?” Dedim şaşkınlıkla. Elinde kırbaç vardı. “Neden?”
“Abin…”
“Benim abimle hiçbir ilgim yok Ivan. Sana yaptığı işkence yüzünden beni yargılayamazsın!”
“Abin bana işkence etmekle kalmadı Adelina. Ailemi, tüm sevdiklerimi katletti! Seni öldürecektim ama yapamadım. Seni ormanda bu yüzden takip ettim. Kırbaçlanacağını duyunca bunu ben yapmak istedim. Bir nebze olsun içim rahatlayacak çünkü.”
“Yanılıyorsun Ivan.” Dedim meydan okuyarak. “İçin asla rahatlamayacak!”
“Göreceğiz.” Zian’ın bu tarafa dönmüş Ivan’a kötü bakışlar attığını görüyordum. Elbette konuştuklarımızı duymuştu. Ivan arkama geçti. İşte başlıyorduk. İlk darbe geldiğinde oldukça hazırlıklıydım. Ağzımdan en ufak inilti kaçmamıştı. Yağmur yağmaya başladığında sırtımdan akan kanlar yerde ufak bir gölet oluşturmuştu.
Kırbacın değdiği sırtımda açılmalar olduğunu hissetmeye başlamıştım. Yine de biran olsun gözlerimi halktan ayırmadım. Hala dimdik ayaktaydım. Son kırbaç darbeside sırtıma indi ve kollarımdaki ipleri çözüp beni serbest bıraktılar. Gözlerim kararmadan önce son gördüğüm Zian’ın bana doğru koşuşu oldu.
---------------------------
Ertesi gün gözlerimi yine zindanda açtım. Sırtımda inanılmaz bir acı vardı. Dünün tekrarı yaşandı ve Zian aynı sabah saatlerinde geldi. Tekrar bağlandım. Ivan ilk kırbaç darbesini indirdiğinde dünün iki katı acı çekmiştim çünkü yaraların üzerine vuruyordu. Aynı yaralar tekrar açılırken sırtım kandan ıslanmış, yanaklarım ise gözyaşlarımla bulanmıştı. Cezanın ardından tekrar zindana getirildim. Karşıdaki adam acıyarak bana baktı.
“Kızım, sen ne yaptında bu kadar ağır bir ceza aldın?” Dedi babacan bir tavırla.
“Yaroslov prensesini öldürdüm amca.” Adamın gözleri kocaman açıldı.
“O zaman idam edilmen gerek. Sadece kırbaç çok hafif kalır.” Dediğinde Zian’ın gerçekten elinden geleni yaptığını bir kez daha anladım. Birkaç dakika sonra şifacı kapıda göründü. Gardiyan kapımı açtı. Sırtıma her ne sürdüyse acımı biraz dindirmişti. Onu Zian’ın gönderdiğini biliyordum. Yere uzandım ve uyumaya çalıştım. Yarının daha zor geçeceğini biliyordum.
----------------
Ivan son kırbacıda sırtıma indirdiğinde inanılmaz acı sırtımdan başlayıp tüm vücudumu sardı. Yaralarımın ne durumda olduğunu bilmek bile istemiyordum. Ivan hemen önüme geçti ve çenemden tutup başımı kaldırdı. Bu halimden zevk alırcasına bakıyordu.
“Rahatladın mı?” Dedim zar zor çıkan sesimle.
“Hayır.” Dedi tükürürcesine. “Sen ve abin ölmeyi hakkediyorsunuz!”
Kendimi tutamayıp Ivan’ın yüzüne tükürdüm. Yüzünü bir çırpıda silip boğazıma yapıştı ve bağırdı.
“Alonso’ya ölüm!”
Nefesim kesilirken Ivan’ın arkasında bir karaltı belirdi. Karnından çıkan demirin kılıç olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Zian onu arkadan kılıçlamıştı. Kılıcı geri çekti veağzından kanlar akan Ivan yere düşüp can verdi.
Zian kılıcı direğe bağlı iplere vurdu ve ellerim serbest kaldı. Yere düştüğümde dizlerimin acısı sırtımın yanında hiçbir şeydi.
“Evime gitmek istiyorum.” Sesim adeta fısıltı halinde çıkarken Zİan başını iki yana salladı.“Önce sırtını tedavi etmemiz gerek.” Beni kucakladı ve saraya girdik. Zian beni kendi odasına çıkardı. Şifacılar geldi ve bir güzel sırtımı temizleyip dikiş attılar. En son güzelce krem sürdüler ve Zian ‘ın yatağına yan bir şekilde uzandım. Yatağın yanına bir sandalye çekti. Gözleri yerdeydi.
“Teşekkür ederim.” Dediğimde uzun kirpiklerinin arasından bana baktı.
“Seni koruyamadığım için mi teşekkür ediyorsun?”
“Aksine Zian. Sen olmasaydın çoktan ölmüş olurdum.”
Vücudum daha fazla acıyı kaldıramadı ve ağır bir uyku bastırdı. Esnedim ve gözlerim kendiliğinden kapanırken yanıma birinin uzandığını hissettim. Sırtıma dikkat ederek arkamdaki kişiye döndüm ve başımı göğsüne yasladım. Kaslı kollar anında bana sarılırken o kişinin Zian olduğunu biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADELINA | Katil Prenses
Teen Fictionİnsanlar klanlar halinde dünyanın dört bir yanına dağılmış halde yaşıyordu. Klanlar genellikle kendi halinde yaşardı. Aralarındaki savaşlar yok denecek kadar azdı. Ne kadar savaşlar çok nadir olsa da kendilerini garanti altına almak adına müttefikli...