Bu bölümü de shinra_tensei3' ye ithaf ediyorum 💫☾☾☾☾☾☾☾☾☾☾☾☾☾☾☾☾
"Bir an önce hatırla... Her şey geç olmadan"
Saatin sabahı kovaladığı ve yakalamasına çok az kaldığı bu zamanda içinde bulunduğu durum için bir açıklama beklemesi gerekiyordu. Ama beklemiyordu. Hayatının öyle bir dönemini yaşıyordu ki, hiçbir şeyi beklemiyor ve merak etmiyordu. Yatağından kalktı ve o günkü ders programına baktı. Sabahtan alması gereken iki dersi vardı. Uyuşukluğunu üzerinden çıkartıp katladı. Sonra da dolabına yerleştirdi. Hazırlanması da pek uzun sürmemişti, yanına yalnız kalma ihtiyacını ve dersle alakalı birkaç kitabı alıp kampüsün yolunu tuttu. Kampüse varmadan üzerine yük olan ihtiyacını bir kahve dükkanının balkon kısmında, çay ve sigara eşliğinde harcadı.
"Ölesiye yalnız, ölesiye mesudum" demiş ya Sait Faik, işte buna ihtiyacı oluyordu insanın.
Bakugou insanları sevmiyor değildi kesinlikle, aksine her bir insan Tanrı'nın bir sureti olduğundan herkesi küçük bir Tanrı olarak görüyor; yolda sokakta kalabalığa bakıp bir amcanın hikayesinin ne olduğunu merak ediyor, küçük sevimli bir kızın büyüyünce neler yapacağını ve hayallerinin ne kadar değişeceğini düşünüyor, suratında saf bir gülümseme olan yaşlı teyzenin gençliğinde neler yaşadığı üzerine senaryolar üretiyordu, ilk defa gördüğü simitçinin Bakugou'ya günaydın diyip iyi günler dilemesiyle aptalca mutlu oluyordu... Dostlarıyla oturup hiçbir şey yapmadan saatlerce sohbet etmekten, onlarla gezip yeni yerler keşfetmekten ya da saçma sapan hareketlerle eğlenebilmekten acayip zevk alıyordu. İnsanlar onu mutlu ediyordu. İnsanı en çok insan büyütüyordu. O yüzden ki uzun süre yapayalnız yaşayamazdı. Çünkü o, Tanrı'yı insanlarda görüyordu. Etrafında kendi dünyalarını içinde taşıyan insanları görmeyince Tanrı'yı göremiyordu.
Gününüzün 24 saati insanlar içinde geçtiğinde ve kendinize ayıracak hiç zamanınız olmadığında, kendine ayrılan zaman oje sürmekten ziyade düşünceyi cilalamak daha çok, belirli periyotlarla yalnız kalma ihtiyacı beliriyor ve eğer bu kriz geldiğinde yalnız kalamıyorsanız kafayı yiyor, boğuluyor, kafanızın içinde filler sevişiyor gibi ağrılar beliriyordu. Bu diğerlerinin nitelediği gibi bir ergenlik tribi ya da hayatından memnun olmamak, etrafındaki insanları sevmemek değildi.
Yalnızca yalnız kalmak isteğiydi. Nedensel değil, kendi kendini yaratan bir ruh hali; eve kapanıp kitap okumak, sokaklarda kulağında müziğinle dolanmak, deniz kenarında oturup sigaranı içerek ufka bakmak, çimenlere uzanıp gökyüzünü izlemek, geceleri yıldızlarda düşünmek, bazen sadece düşünmek... Neticede kendi kendini eğlendirmek. Kendi kendine yetebilmek. Ama mutsuzluk değil. Hem de hiç değil. Ölesiye yalnız, ölesiye mesut olma hali.En berbat olan da çevrenizdekilerin bunu anlama ihtimalinin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu farketmek. Yalnız kalmak istediğini söylediğinde ya ''Oldu o zaman canım ben kaçtım yalnız kalmak istiyormuşsun yaa'' diye tripcan hareketler sergilerler, ya ''Aa hayırdır n'oldu neyin var mutsuz musun ayh çabuk anlat durum ne!!'' modunda acıma olayına girerler, en kötüsü de ''N'oldu, bir şey mi yaptım, artık beni sevmiyor musun, ama ben seni çok seviyorum'' diye yalnızlığınıza tecavüz etmeye devam ederlerdi.
İnsanlar birbirini bireyselliğine dokunmadan neden sevemiyordu?
Kimse yalnızlığın düşüncelerin kısa sürelik yenilenme ihtiyacı olduğunu farketmiyordu.
Sosyal bir hayvan olduğumuz doğru ama sanki biraz abartmadık mı? Tek kişilik hayat yaşayan sevgililer, hayatını çocuğuna adayıp başka hiçbir şeyi umursamayan ve onu sürekli dizinin dibinde tutmak isteyen ebeveynler, bir diğerinin arkadaşıyla tatil yapmasına bile izin vermeyen karı-kocalar abartmadı mı? Bakugou bunları kafasında sürekli olarak kurguluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ᴅᴇᴀʀ ❧ ᴋɪʀɪʙᴀᴋᴜ
أدب الهواة『 Yeni bir hayat kuruyorum kendime. Yeni bir hayat inşa ediyorum. Ve temelinde senin de olmanı istiyorum. 』 ❧ Bakugou x Kirishima ❧ Quirkless Au