Bölüm 15: Yuva

703 56 14
                                    

Yolunu bilmez bir ses, burnuma ilişen koku. Daha önceki sancıların üzerinden adımlıyordu ufak bir sızı. Derinlerde beni kendine çeken bir bataklık vardı miladımdan öncesini gömdüğüm. Benliğimin bu denli reddettiği başka bir şey yoktu. Şimdi kabul edilmemişliğin kinini taşıyan seçimler, acımadan saldırıyordu ruhuma. Bir satori, bir aydınlanıştı bu. Görebiliyordum, ne olmak istediğimle ilgisi yoktu. Biliyorum, bu kim olduğumla ilgiliydi. 

Adım atar atmaz şehrime, kaldırımlara kadar inen sis karşılamıştı beni. Akşamın telaşı kaybolmuş, sıcak rüzgarlar kahkahaları yanında götürmüş. Gece serinliğini sermeye hazırlanıyor belliydi. O ezbere bildiğim hırçın, büyük dalgaların limandaki kayaları sallarcasına çarptığından anlıyordum.  

Adımlarım git gide ağırlaşıyordu. Peşime çektiğim bavul bir pranga gibi asılmıştı bedenime. Hava alanında adıma ayrılmış siyah gelandewagen aracı teslim aldıktan sonra yabancılaştığım otoban üzerinde hızla sürmeye başladım. Rotam belliydi, zeminindeki her taşı ezbere bildiğim fenere sürüyordum. 

Aralıklı dizilmiş kayaların en ucundakine adımladım sabırsızca. Derin bir nefes aldım tir tir titrerken. Ciğerlerimi üşüten rüzgarı çektim içime derin derin. İşte Karadeniz, öfkeli ve şefkatli. Marmara denizinin pırıltılarına o kadar alışmıştım ki, şimdi kendi gibi koyu gecenin karanlığına karıştığı Karadeniz üflüyordu yüzüme sertliğini. 

Soğuktan uyuşmuş avucumdaki anahtar tenime batarken arabaya doğru ilerledim. Son kez derin bir nefes alarak denizin kokusunu çektim buz tutmuş bedenime. Soğukluğun sarmaladığı saçlarımı düzelttikten sonra kontağı çalıştırdım.

Bahçe ışıkları açıktı. Yeşil ağaçların, çiçeklerin kucağında olan bu ev çamurdan da olsaydı yuvaydı benim için. Dış cephesi en son gördüğümden bu yana değişmiş, yeniden renklendirilmişti. Gökdelenlerin tepesinden izlediğimiz şehre, toprağa ait olduğumuzu sanıyorduk oysa karşımda huzura bir adım mesafede, tabiatın koynunda duran ev varken,  bu aidiyet hakkımız bile değildi. Deşmeden, yıkmadan, kesmeden sırtımızı yaslanmak istemedik. Güzel şarkılarını susturup, danslarını durdurduk. Özgürlüğü tutan tuğlaları kullanarak bir hapishane inşa etmişiz çıkamıyoruz. 

Perde ardında hareket eden gölgeyi izledim bir süre. Babam kapılarına yanaşan bu yabancı arabayı fark edecek ve meraklanıp perdenin kenarından bakacaktı şimdi. Annem de beklemeden kapıyı açacaktı, bahçesindeki çiçeklere yanaşıp bekleyecekti karşılamak için. İşte kapı açıldı. Babam göründü önce ardındaki meraklı gözlerle bakan annem beliriverdi yanında. Kaşları hafif çatılmış bana bakıyorlardı. Gaza basıp eve kadar yanaştım ve köşeye park ettim. Kapıyı açmamla ismim yankılandı kulaklarımda. "Sunaa!" öyle coşkulu, öyle mutlu bir sesti ki bu. Gözlerimin dolmaması ihtimal bile değildi. 

Onlara yürümemi beklemeden koşar adımlarla annem geldi yanıma. Yumuşacık elleriyle yüzümü avuçlarının arasına aldı ve yanaklarıma öpücükler kondurdu. Sarıldım kendimi çocuk hissettiğim yere. Ayrıldığım an babamın kollarında buldum kendimi. Sıkıca sarıldık, tam başımın üstünde hissettiğim şefkatli öpücükle bir anda ısındım, güvendeydim burada.

"Kızım" dedi o kadife gibi tok sesiyle. Kollarından ayrılmadan göğsündeki başımı kaldırıp yılların anılarla doldurduğu göz çizgilerine dokundum. "Babam" dedim gözlerimden boşalan yaşlarla beraber. Gözlerinde gördüğüm yorgun adam; her şeye rağmen ben buradayım, sığınabileceğin en güvenli liman burası diyordu.

Kapının pervazına elini dayamış babam ve hemen yanımda oturan annemin meraklı bakışları hala üstümdeydi. "Bir şey olmadı değil mi Suna?" bunu kaç defa sorduğunu es geçerek sabırla cevapladım yüreğini rahatlatmak isteyerek.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 29, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ANSANERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin