Nefesimizi kesen birkaç dakika vardır... yaşamın enleri saniyelerle sınırlı, anlar; nefes kesen anlar. Baştan sona aşina yolların sağına solunda dar patikalar, nefessiz anlarımızı birbirine bağlayan kestirmeler. Dar, sığ ama özgür ama hızlı. Arkamıza bakmaktan kaçmışız bilinmezliklerden. Geri dönüp aynı heyecanı yaşamak mümkün olmayacak oysa, biliyoruz. Önyargı mı korku mu tartışılır ama kaçmışız işte.
Zamanın en tenha dilimine yayılmışım sessiz sedasız. Üstüme yapışan hiçbir şeye aldırış etmeden sarmalanmışım. Toz pembe umutların yoluna siyah küller bırakarak ilerliyordum. Ellerimin kömür karasını saçmaktan rahatsız olmuyor, aksine, bu pürüzü göstermekten keyif alıyordum. Ellerimin uzandığı yerler paslı, tutunduğum her şey kaygan, bıkmış, usanmış kurduğum cümleler. Anlatmak zor, hatta mümkün değil. Artık her şey tutturamadığım dikişi üst üste yamatmak; bulaşık, çözmesi zor. Anlaşılmak istemedim hiçbir zaman zaten gözler göremiyor, aynalar yansıtamıyor içimi. Benliğimden sızan bu garip kokudan iğreniyorum.
Bir kağıt yığını koyuluyor önüme, belimi büken cinsten yükler dolu sayfalarca. Bir kalem de var yanında parmaklarımın kavramaya hali yok. Anlamsız bir mürekkep uzantısı, altında ismim; Suna Cihangir. Bu isim her zaman hayal ettiğim yerde o kıskanılan mimari atılımların altında kalmalıydı sadece. Kaybetmiş bir kadından geriye kalanları sahiplenmemeliydi.
Bakışlarım Hale Hanım ile buluşuyor. Kimine mucizeleri bağışlayan kimine adice kazık atan zaman ne çok ışık çalmış bu kadının gözlerinden diye düşünüyorum şimdi. Hemen yanımda oturan avukatının ve yönetim görevlilerinin izin istemesi ile odağı benden ayrılıyor. Şirketin birim müdürlerinden biri yüzündeki şaşkınlığı hala atamamış halde elini bana uzatıp tebrik ediyor. Attepmt Company'nin yeni ortağını... Suna Cihangir'i. Formaliteler sonunda o kocaman masa etrafında üç kişi kalıyoruz yine. "Suna Cihangir, kutlarım!" coşkuyla gülümseyen tek insan kuşkusuz bu Arel Ulubey'den başkası değil. Tümümle teslim olduğum adam. Bana döndü ve devam etti "hak ettiğin yerdesin."
"Böyle bir durum için hak talep edilmez veya bağışlanmaz, hak kazanılır. Ben hak kazanmadım Arel, senin intikam oyununun bir parçası oldum." Oyun... Öyle hiç kirletilmemiş gibi masum bir sözcük. Sonunda yaralansak ama oynuyorduk mahcubiyetine sığınabileceğimiz tek kelime. Yalancıktan, oyundan diye dünyadan çok mu sıyrılıyoruz?
İmkansızlıklar olasılıktan ayrılınca gerçekler umurumuzu terk ediyor. Daha bir müşkülpesent oluyoruz. Bir süreliğine de olsa hayallerinin içinde o güzel(!) dünyada yaşamak besleyebilir hırsımızı. İnatla asılabiliriz her yeri o kusursuz dünyaya benzetmek için. Ya oradan çıkamazsak? Ya hep korkunç bir dünyanın içinde kısılmış kalmış gibi nefretle oyun oynamaya başlarsak? Oyunlar ilk bildiğimiz gibi temiz duygulara boyanmış halde kalmayacak terk edeceğiz her iki yanı. Zift karası yapışacak her tarafa, olsun diye direttiğimiz her şey tam aksi seyredecek.
"Bu şirketi çok iyi yöneteceğinden hiç şüphem yok." dedi uysal bir ses tonuyla Hale Hanım.
"Hale Hanım-" durdurdu beni "Suna!" nefes aldı ve devam etti "Bitti artık, her şeyimi kaybettim. Senden tek isteğim bu şirketi ayakta tutman, eşimin hatırası adına." Yorgun gözlerine dolan yaşlar bir bir intihar etmeye başlamıştı ki Arel'in o tanıdık gürültülü sesi doldurdu odanın içini.
"Kes artık! Eşinin hatırasından bahseden kadına bak. Senin eşinin hatırası benim akıl hastanesinde yatan annem, ülkesinden güvenliği için sürgün edilmiş kız kardeşim, babam..." sesi kısılmıştı babam derken. Toparladı ve devam etti köşeli çenesini iyice ortaya çıkaran dişlerini sıkarak. "Sen ikna ettin kocanı, o pis iş için sen girdin aklına, niye!? daha çok para daha çok şöhret. Babamı kurban ettin sen! Gio ile el sıkıştın. Bir zafer gibi kutladın babamın ölümünü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANSANERİ
Ficción GeneralHayatını kendi koyduğu kurallara göre yaşayan işkolik bir kadın. Yeni transfer olduğu şirketin, attığı adımlardan en tehlikelisi olduğunu nereden bilebilirdi? Hayatın ona sunduklarıyla yetinmeyip hep daha fazlası için çalışan, kırgınlıklarından inşa...