Elim çantamın içindeki kalemi ararken, hep bir köşeye sıkıştırdığım kitaba takıldı gözlerim. Yine işlerimi bulaştırdığım pazar günü, kendimi dışarı atmış ve kitapçı raflarında gezinirken beğenebileceğim bir tür kanısına vararak satın almıştım. Her zaman ki gibi bir köşede unutarak işe dalmış ve sayfalarca özgürlüğü kendi elimle itmiştim.
Kitabın yaprakları yavaşça havalandı parmaklarım arasında. Gözlerim akıp giden yaprakların arasında gezinirken büyük puntoyla yazılmış başlık dikkatimi çekti. "10. RETORİTİK ALERJİ" Aniden durarak kitabın kapaklarını iki yana açtım. Retoritik bir iltifat sanatıdır; yanlış gerçeğin (gerçek gibi görünen yanlışın) fırçalanması ve süslenmesi ile ortaya çıkan bir türdür; yanlış yönlendirmeye hizmet eder. (Verdenius, s.116-128.)*
Gözlerimden beynime uçuşan kelimeler kurmaca halinden kurtulamamıştı. Gözümün önüne garip cisimler gelene kadar göz kapaklarımı sıkıca tuttum. Yeteri kadar karışık olması yetmezmiş gibi laçka olan beynimin isyan yankılarını, kulaklarımdan başlayan ağrı ile anlıyordum. Daha fazlasına dayanamayarak kitabı bir kenara koydum ve gözlerimi açtım.
Ay ışığının suya karıştığı anı izlerken, birbirlerine milyonlarca uzak iki güzelliğin ahenkle birleşmesinin normal olabileceğini kabul edemiyordum. Bir yanım bu görsel şölenden memnun kalırken diğer yanım bu birlikteliği sorguluyordu. Çok ayrı noktalardan bu kadar kusursuz bütünleşen başka bir şey olabilir miydi?
Kapının tıklanışı ve aynı hızla açılması bir olmuştu. Başımı çevirmemle rengi atmış yüzüyle bana yaklaşan Hale Hanım'la karşı karşıya kaldım. Neler olduğunu anlayamadan kollarımdan tutarak beni koltuğa oturttu. Üzerimdeki şok henüz akıp gitmeden başka bir şok ile baştan ayağa yıkanmıştım.
"Arel İtalya'dan kiminle bağlantı kurdu? Ya da şu depo.." cümlesinden vazgeçti, "boşver onu." dedi, aynı telaşla. Kelimeleri birbiri ardına eklemekte güçlük çekiyor gibiydi. "Neyin peşindesiniz?" dedi tek nefeste. Önceki sorularını gölgede bırakan ses tonuyla. Yöneltilen soru zihnimde defalarca sorgulanmış ama hep aynı yere çarpmıştı.
"Suna!" başımı sesin geldiği yöne güçlükle çevirdiğimde başımı hafifçe sağa sola salladım. Arel kapının önünden birkaç adımda yanımıza gelmiş beni tuttuğu gibi yanına çekerek Hale Hanım'dan uzaklaştırmıştı. Bakışlarım ürkekçe Arel'i bulduğunda Hale Hanım'a tehditkar bir tavırla baktığını gördüm.
"Suna dışarı çık!" dedi, soğukkanlılıkla. Sanki bunu demesini bekler gibi hızlıca dışarı attım kendimi. İçeride konuşulanları duymak istemeyeceğime dair bir his yerleşmişti içime. Dikkat çekmemek için lavaboların olduğu o dar koridora girdim. Sensörlü lamba beni görene kadar ilerledim ve tam karşımdaki boydan boya olan aynaya takılı kaldım. İstemsizce inceledim kendimi gözlerimin içine kadar. Korku mu yoksa hüzün mü anlayamadığım bir parlaklık vardı kahvelerimde.
Biraz sonra ışık tamamen söndü. Kaç dakika öyle kaldım bilmiyorum ama ışık yandığında birinin geldiğine emin olarak toparlanmak üzereydim ki duvarla, uzun güçlü kollar arasında kaldım. Düşünmeden, bana sarılan kollara tutundum düşmekten korkar gibi. Lamba tekrar söndüğünde sesini duydum.
"Korkma," dedi, fısıltıyla. Ardından devam etti, "tehlike yok."
"Korkmuyorum." dedim hemen. "sadece, yoruldum."
"Biraz dinlen," dedi, sesindeki şefkati boynuma üfleyerek.
"Burada mı?"
"Nerede istersen." dediğinde kendimi istemsizce ona bıraktım. Karanlıkla beraber gömülen parlak yüzeylerden uzak, sadece soluk bir koyuluğun içinde ellerimi dizlerime dayamış sık ve derin nefesler alıyordum. Yavaş yavaş ciğerlerimin sızıdan kurtularak rahatladığını hissederek doğruldum ve geri çekildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANSANERİ
Ficción GeneralHayatını kendi koyduğu kurallara göre yaşayan işkolik bir kadın. Yeni transfer olduğu şirketin, attığı adımlardan en tehlikelisi olduğunu nereden bilebilirdi? Hayatın ona sunduklarıyla yetinmeyip hep daha fazlası için çalışan, kırgınlıklarından inşa...