7. Bölüm~Balayı

116K 3.5K 236
                                    

7. Bölüm

Kalbimin ritmi yavaş yavaş azalırken görüntüler silikleşmeye başlıyordu. O anlık hissin yoğunluğu yavaş yavaş etkisini kaybediyordu. Yine de vücudum bunun yaşanmadığını inkâr etmiyordu. Ellerimin teri ve titreyen dudaklarım bunun kanıtıydı. Öte yandan cesaretimde yavaş yavaş beni terk ediyordu. Bundan sonrası için düşünmeye başlar olmuştum. Her ne kadar o anda ilerisi için kaygılarım azalmış olsa da şimdi hat safhalara tırmanmaya başlamıştı. Bana karşı soğuk olabileceği gelmişti bir tek aklıma, şimdiyse terk bile edebileceğini düşünmeye başlamıştım. Ellerimi saçlarıma geçirip uçlarını çekiştirdim. İlk öpücüğümü kendim almış, tadına varamadan kendime yeni kaygılar edinmiştim. Gerçekten garip bir kızdım.

Artık kapının önünde daha fazla oturmamam gerektiğini düşünüp ayağa kalkarak yatağıma ilerledim. Yatmak için saat çok erken olsa da üzerinden belli bir süre geçmeden Enes Hoca'nın yüzüne bakabileceğimi sanmıyordum. Hatta onun benim yüzüme bakmayacağından adım kadar emindim. Şu üç dört günde öğrendiğim bir şey varsa, Enes Hoca'nın kindar ve sinirli bir tarafının da olduğuydu. Bu yaptığım, yanıma kalmayacaktı. Üzerimi değiştirmeden yatağıma uzanır uzanmaz kulaklarıma tıkırtılar doldu. Enes Hoca'nın buraya gelmemesi için içimden dualar ediyordum. Fakat odamın kapısı açılmıştı bile. Kafamı yorganın altına doğru hızla soktum. Az önce hız ritmi düşen kalbim son sürat koşmaya başlamıştı.

Bir süre hiçbir şey demeden bekledi. Ardından ise sahte bir öksürük koptu boğazından. Kafamı çıkartamıyordum. Bunu geçtim nefesimi bile zor zar alıyordum.

"Az önce yaptığın şeyin ne kadar saçma olduğunun farkında mısın?"

Kalbim kırılmıştı. O saçma dediği şeyin içinde neler anlatmaya çalışmıştım. Anlamamıştı. Ya da anlamazlıktan gelmişti. Yine de ses tonu sandığım kadar soğuk değildi. Pekâlâ, korkunun ecele faydası yoktu. Belki de gerçekten saçmaydı. Zamansız bir saçmalığa kurban etmiştim ilk öpücüğümü. Kafamı yavaşça yorganın altından çıkartıp Enes Hoca'ya baktım. Sonra ise hemen gözlerimi çevirdim.

. "Ö-özür dilerim, ben..." kelimeler boğazıma dizilmişti de cımbızla çekiyordum sanki. Diyecek başka bir şey arasam da aklıma söylenebilecek her hangi bir şey gelmiyordu. Cümlemi devam ettiremeyince yeniden o konuştu.

"Buraya benden özür dilemen için gelmedim. Annemler yemeğe çağırıyor. Oraya gideceğiz. On beş dakikaya hazır ol."

Rahatlayarak nefesimi dışarıya saldım. Ardından bir anlığına gözlerimi ona doğru kaldırarak "Tamam," dedim. Ayağa kalkarken yeniden konuştu. "Bu arada az önce yaşananları olmamış kabul ediyorum. Bir daha böyle saçma bir şey yapmaya kalkışma,"diyerek odadan çıktı. Bildiğim halde neden onun ağzından böyle şeyleri duymak ağır geliyordu? Bundan böyle hem kendi iyiliğim hem de onun iyiliği için böyle bir şey yapmayacaktım. Fazla gurursuz davranıyordum.

Hazırlanıp aşağıya indim. Enes Hoca beni görür görmez kapıdan dışarıya çıktı. Ben de arkasından ilerledim. Dışarısı ıslaktı. Bu az önce yağmur yağdığını gösteriyordu. Siyah arabasına bindi Enes Hoca. Ben de yan koltuğa geçip emniyet kemerimi taktım. Araba ilerlemeye başladı.

Çok uzun sürmemişti evlerine gelmemiz. Kapıdan inince küçük bahçedeki tahta oturağa gözlerimi diktim. Oyundan vazgeçmemi isteyip de vazgeçmeyeceğimi söylediğimde hiddetli gözlerle bana baktığı oturağa. İki gün geçmişti üzerinden ama bana oldukça uzun bir süreymiş gibi geliyordu.

İçeri girdiğimizde Zarife Teyze'nin sıcacık gülümsemesiyle karşılaştım. Öz annemmiş gibi bana sarılıyordu. Ahmet Amca da aynı baba sıcaklığındaydı ama çözemediğim bir soğukluğu vardı. Fazla konuşmuyordu. Yaşar Bey... Ailenin büyüğü olduğu her tavrından belliydi. Masaya oturuşu, giyinişi, bakışları... Sert bir havası olsa da önyargılı davranıyormuşum gibi hissediyordum.

Yemeği yerken gözlerimi kaldırıp tam karşımda oturan içine siyah gömlek giymiş, gri kazaklı Enes'e baktım. Bıçakla kestiği et dilimlerini çatalıyla ağzına götürüyordu. İstemsiz bir şekilde dudaklarına bakarken gözüm parmağındaki yüzüğe kaymıştı. Bizim alyansımız olduğu belliydi. Benimkinin içinde Enes yazdığına göre onunkinin içinde de Zeynep yazıyordu. Bu düşünce kalbimin içinde öksüz kalan mutluluğun başını hafifçe okşamıştı.

Ona bakan gözlerimi fark edince hemen gözlerimi kaçırdım. Yemeğimden bir parça daha et alırken Zarife Teyze'nin sesiyle ona döndüm. "Nasılsınız bakalım dünden beri?" Bu sorusuna verilecek tonlarca cevabım vardı. Bir gün içinde yüzlerce duyguyu tatmıştım ama cevap olarak sadece bir şık gözüküyordu. "İyiyiz." Tabi ki bunu ben söylememiştim. Mırıltılı bir şekilde Enes söylemişti.

Onaylar biçimde ben de kafamı salladım. Karşımdaki tabağa dönünce Enes'in bana baktığını hissedip kafamı kaldırdım. Yanılmamıştım. Bana bakıyordu. Hızla tabağıma geri dönerken bu sefer Yaşar Bey konuştu. "Biletlerin geldi mi?" Bilet kelimesiyle gözlerimi onlara kaldırdım. Ne bileti olduğunu merak etmiştim.

"Hayır, gelmediler." dedi Enes Hoca. Yaşar Bey, Ahmet Amca'ya "Hani yollayacaklardı bugün?" deyince babası telefonunu cebinden çıkarıp bir numara tuşladı. Merakım giderek artıyordu.

Telefonu bir kadının açtığı belliydi "Nurdan Hanım, Bodrum biletlerini hala Enes'e göndermemişsiniz," diye bekledi. Bir süre karşı tarafı dinleyip devam etti.

"Bu sabaha mıydı? Tamam söylerim. Bir daha böyle bir şey olmasın," diyerek telefonu kapattı. Belli ki yine kendi başlarına bir şeyler planlamışlar, bizden de plana uymamızı isteyeceklerdi. "Biletler Nurcan Hanım'da. Yarın sabah havaalanına gidin. Orada size verecek,"dedi. Tahminimde yanılmamıştım.

Enes Hoca yarım ağızla gülmüştü. Bu gülüşünün altındaki alaycı tavır, dedesine ve ailesineydi. Benim gibi, bizi oyuncak olarak kullandıklarını düşünüyor olmalıydı. "Fazla gereksiz bir şey bu,"dedi. Yaşar Bey mavi gözlerini tehditkâr bir biçimde Enes Hoca'ya yöneltti. Tek bir kelime bile etmemesine rağmen sanki uzunca bir azar çekmiş gibi hissettiriyordu insana. Enes Hoca yeniden konuştu. "Siz büyükler yine kararı çoktan vermişsiniz," diyerek ayağa kalktı. "Bize de uymak düşüyor," Benimle aynı şekilde düşünüp, düşüncelerini aynı cümlelerle ifade etmesi sevindirici bir şeydi. "Kalk hadi gidelim Zeynep, yarına hazırlanmamız gerekiyor," dedi. Garip bir şekilde bana karşı alaycı konuşmamıştı. Aksine sınıfta kullandığı ses tonu duyulmuştu.

Montunu alıp önden ilerlerken bende arkasından ona yetişmeye çalışıyordum. Topuğuna bastığım ayakkabılarımı arabanın içinde düzgün bir şekilde giyebilmiştim. İçeride saklamaya çalıştığı öfkesini gözlerinde görebiliyordum. Direksiyonu tutan ellerini daha da sıktı. Araba git gide hızlanıyordu. Korkmaya başlamıştım fakat söyleyecek bir şey bulamıyordum. Hızdan da korktuğumu söylersem, her şeye bahane ürettiğimi düşünebilirdi. Bunun yerine gözlerimi kapatıp müzik dinleyebilirdim. "Müzik açabilir miyim?" diye sordum. Kafasını olumlu anlamda salladığında radyoyu açtım. Klasik müzik etrafı doldurmuştu.

"Klasik müzik mi seviyorsun?" dedim. Bir türlü susmayı beceremiyordum.

"Ben değil Mine seviyordu. Bu onun cd'si." Vücudum kasılırken ellerim kapama tuşuna gidip geliyordu. Sevgilisinin sevdiği ve büyük ihtimal beraber dinledikleri müziği dinlemek istemiyordum. En sonunda dayanamayıp kapattım ve arkama yaslandım. "Neden kapattın?" sorusuyla gözlerimi aralayıp en mantıklı cevabı aramaya başladım. "Klasik müzik sevmiyorum." Mantıklı bir yanıt bulamayınca bunu söylemiştim.

Alaylı bir gülümsemeyle bana bakıp tekrar önüne döndü. "Kıskandım demiyorsun da..." diye mırıldanırken şaşkınlıkla ona bakmıştım. "Hiç de bile." Derken bu sefer alaylı değil içten bir gülümseme belirmişti yüzünde. Hayranlıkla ona bakakalmıştım. Gülüşü güneşi bile kıskandıracak kadar parlaktı. Kısılan küçük gözleri insanı büyülü diyarlara götürüyordu. Bana gülümsemişti. Hem de samimi bir şekilde. Bu sırada araba da normal hızına kavuşmuştu. Enes Hoca belki de ilk defa bana karşı samimi ve sıcak bir harekette bulunmuştu. Bunda istemeyerek söylesem de Mine'nin katkısı büyüktü.


BELAGATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin