1.2

1.4K 202 162
                                    

İçimdeki önü alınamaz heyecanla dersten çıkmış ve eve dönmüştüm. Duş alıp giyindikten sonra aynı heyecanla dışarı fırlamış ve buluşacağımız kafeye doğru yürümeye başlamıştım. O kadar heyecanlıydım ki zaman geçmiyor, yollar bitmiyordu. Bugün, Johnny hyung bize her şeyi anlatacaktı.
Toparlanması uzun sürmüştü bana göre. Tam üç gün boyunca hiç haber alamadık ondan. O sırada aramadık ki kendini baskı altında hissetmesin. Bir an Johnny hyungun vazgeçtiğini bile düşünmüştük. Üçüncü günün sonunda, Jungwoo ve ben meraktan çatlama evresine geçtiğimizde beklediğimiz haber gelmişti. Nihayet buluşacaktık.

Mark ise buluşma haberini öğrenir öğrenmez bizimle gelmek için ısrar etmişti. Neymiş, olayları ilk ağızdan duyamıyormuş da bari ikinci ağızdan duysaymış. Tabiki ona bu söylediğinin saçmalık olduğunu uygun bir dille belirttikten sonra onu, her şeyi anlatmam için beni beklemeye ikna etmiştim.

Kafeye vardığımda Jungwoo ve Johnny hyungun oturduğu masaya ilerledim hemen. Benden önce gelmelerine şaşırmıştım. Halbuki hepsinden hızlı olduğumu düşünmüştüm kafamda.

"Çok bekletmedim umarım?"

Jungwoo'nun yanına oturduğumda karşımızda kalan Johnny hyunga baktım. Tepkisizdi. Sanırım hala öğrendiklerini düşünüyordu. Birazdan çatlayacaktım.

"Ben de yeni geldim Haechan. Bir şeyler içer miyiz?"

Jungwoo'nun ortamı yumuşatma çabası gözlerimi yaşartabilirdi, normal bir zamanda olsaydık tabii. Ancak şu an Johnny hyungun gerginliğinin, gözlerinden belli olan hayal kırıklığının nedenini bir an önce öğrenmek istiyordum.

"Hyung, seni dinliyoruz."

Masadaki eline uzandım yavaşça. Güç vermek ister gibi sıktığımda geri çekilmedi. Tepkisiz gözlerini bir bende bir Jungwoo da gezdirirken titrek bir nefes verdi.

"Öncelikle kendinizi hazırlamanızı tavsiye ederim. Nerden başlamalıyım, bilmiyorum ama bunu bilmek istediğinizin de farkındayım.
Pekala, sözümü kesmeyin. Her şeyi bir çırpıda anlatacağım, gerisini düşünmek de size kalmış."

Gittikçe heyecanlanıyordum. Eminim, Jungwoo da öyleydi. Sır perdesi nihayet aralanıyordu. Umarım fazla üzüleceğimiz bir şey çıkmazdı.

Yuta karşısındaki adama öldürücü bakışlarını yollarken konuşması için başka ne yapabileceğini de düşünüyordu. Bu sırada Winwin odaya girip Yuta'nın omzuna dokunmuş ve onun, canavar maskesini bir kenara bırakmasını sağlamıştı.

"Aradığımız adam bu değil Yuta."

Yuta bir şey söylemeyerek sandalyedeki bitkin adama bakmış ardından odadan çıkmıştı. Her seferinde eline geçirdiğini düşündüğü Changbin'in casusu, hiç kimseydi. Yakınındaydı, hissediyordu. Ama yerin içindeydi adeta. Sanki yoktu.

"Kendine çok yüklenmiyor musun? Mark da söyledi artık onu aramamıza gerek olmadığını. Neden bu ısrarın?"

Arkasından geldiğini fark etmediği Sicheng'e döndü Yuta. Yakaladığı adamları hep suçsuz çıkardığı için ona da kızmıyor değildi ama bunun saçma bir kızgınlık olduğunu biliyordu.

"O adam dibimizde bir yerde, elini kolunu sallayarak klübümüze giriyor. Mark'a ve Taeyong'a zarar vermek için an kolluyor belki de. Nasıl peşini bırakabilirim? Mark'a ya da Taeyong'a bir şey olursa nasıl affederim kendimi?"

Winwin içinde bulunduğu bu duruma küfretti. Yuta'yı üzgün görmek istemiyordu. Ona karşı her zaman farklı davranmıştı. Onu önemsiyordu. Resmen katiline aşık olmuştu. Gelecekte de olsa Yuta'nın kendisini öldüreceğini görebiliyordu.
Birkaç adım daha atıp Yuta'ya sarıldı Winwin. Elinden başka bir şey gelmiyordu. Üzgündü sadece. Çok üzgündü.

Billionaire | MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin