Kapımın şiddetle çalması ardından gözlerimi açtım. Uykumu bölmüşlerdi, büyük terbiyesizlik doğrusu!
Kanepeden kalkıp kapıya doğru adımlarımı sıklaştırdım. Kapının yanına vardığımda kolunu aşağı indirip karşımda dikilen polis memuruna baktım. "Bizimle karakola kadar gelmeniz gerek."
"Sebep nedir?"
Yoksa yengem mi şikayet etmişti beni? Abim miydi ya da beni polislere teslim edecek olan? Neden beni götürüyorlardı?
Kafamda dönen türlü sorulara karşılık herhangi bir cevap bulamıyordum. Kafamın içinde kopan gürültü yüzünden önce sol sonra sağ ayamla vurdum şakağıma."Neden memur bey?" dedim yalnızca. Masum bir soruydu. Polis memuru bu sorum karşısında daha rahat bir tutumla "İfadenizi alacağız." dedi.
Kabul eder gibi kafa salladım ve açık kapının ardında asılı duran ceketimi üzerime çekip polisle birlikte çıktım dışarı. "Sanatçı kimliğime zarar vermeyin ama!" dedim uyarır gibi.
Polis memuruyla göz göze geldim ondan sonra. Kaşları çatıktı. Sanki bir şeylere anlam veremiyor gibi, kafası karışık bir haldeydi. "E hani kelepçe?"
Bu soruma karşılık arka cebinden kelepçeyi çıkartıp elinde salladı. "Bunu istiyor musun cidden?"
Kafa salladım. "Nasıl bir his merak ediyorum!"Kelepçenin iki tarafını da açıp bileklerime taktı. "Garip bir insansın sen."
Bu cümlesi biraz kalbimi kırsa bile beni hiç tanımadığı için böyle düşündüğü düşüncesi içimi bir nebze ferahlatıyordu. Kendi kendime iyi geliyordum ben, evet.Sonunda polis arabasına bindim ve arabadaki dört kişiyle daha karakola gitmeye başladım. Yolda giderken pencereden dışarısını izledim ve uzun zamandır bu kadar uzun yolculuk yapmadığım için -sanki sadece evin etrafını görüyormuşum gibi- ilk kez tattım etrafın keyfini.
Yoldan geçerken gördüğüm ayçiçeği tarlalarına baktım hepsi ölüydü sanki.
Tabii ya, güneş yoktu ki havada. Kime döneceklerdi başka, bana mı?
Sol tarafımdaki pencereye bakmayı bıraktım ve önümde duran koca pencereden baktım gri yollara. Yavaş yavaş bulutlar çöküyordu üzerimize, yağmur yağacaktı muhtemelen.
"Beni neden götürüyorsunuz?" diye sordum sağ tarafımdaki polise."Biraz derdini anlatacaksın, o yüzden." diye karşılık verdi soruma. Ve bu cevabı verirken o kadar samimi ve dostça gülümsedi ki o an -bile isteğe taktırdığım- kelepçeler olmasa sarılacaktım ona. Annem ve Deniz'den sonra bana gülümseyen ilk kişiydi. Abimin bile bu şekilde gülümsediği hatrı yok zihnimde, ne acınası!
"Nereden biliyorsunuz ki bir derdimin olduğunu?" dedim merakla. Gülüşü soldu suratında. "Her insanın derdi vardır Berk." dedi sadece.
Şimdi garip geliyor ama o an adımı nereden öğrendiğini sormamıştım. Sadece söylediği cümlenin mantıklı olmasına takılmıştım. Bence de her insanın vardır bir derdi, çünkü insan insandan etkilenir sadece. Dert de ondadır, derman da.
Neyse sanatçı kimliğimi ortaya koyup zihnimdekileri boşa harcamak istemiyorum.
"Sence bizi kim çağırdı buraya?" diye sordu sağ tarafımdaki polis. Sorduğu soru karşısında kaşlarımı çattım. "Ne demek kim çağırdı, siz geldiniz ya!" Beynimin içinde oluşan gürültü yüzünden sağ ayamla kafama vurdum ve bunu yaparken kelepçe yüzünden sol elim de sağ elimde bir geldi şakağıma.
Ardından tabii ki dengeyi korumak için sol ayamla sol şakağıma vurdum.
Sol tarafımdaki polis tuttu elimi. "Bunu yapma bir daha!"
Kaşlarımı çattım. "Sen bilmediğin işlere karışma, hem sevmedim ben seni!"
Sağ tarafımdaki polise döndüm yine. "Seninle arkadaş olalım. Adın ne? Benimki Berk.""Ben de Mustafa. Söyle bakalım, o evde ne zamandır tek başınasın?"
Omuz silktim. Soru bilmediğim yerden gelmişti. "Bilmem ki." Kaşlarımı çattım bu sefer. "Hem sen nasıl sorular soruyorsun böyle? Benim Deniz diye bir arkadaşım var, o bana hiç böyle sorular sormazdı."
Sağ tarafımdaki polise biraz yaklaşıp fısıldadım. "O bir deniz kızı, ama aramızda kalacak bu!"Dudağının kenarıyla güldü. Ön koltuktaki şoföre döndü ve bir şeyler söyledi ancak ne dediğine tam hakim olamadım. Sadece "yol" ile ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü şoför Mustafa'nın fısıltısından sonra birden yolunu çevirdi ve hepimiz Mustafa'nın üzerine doğru düşer gibi olduk. Hatta öyle ki kelepçeden dolayı hiç tutunamadım ve omzum Mustafa'nın omzuna düştü.
Mustafa tekrar soru sordu. Çok soru soruyor, seviyor herhalde. "Kelepçeler hoşuna gitti mi?"
Kafa salladım. "Evet. Sadece ayrı dursalar daha iyi. Yakıştı bileklerime, baksana!" Kafa salladı. "Çok yakıştı, hiç çıkarma."
Kafa salladım. "Olur, çıkarmam."Sağ tarafımda duran ve tanıştığımızdan beri sadece sinirlerimi bozmaya yarayan polis memuru konuştu. "Mecbursun artık."
Hemen oturduğum yerde sallanmaya başladım. Bir suç mu işlemiştim? Kimseye zarar vermezdim ki ben! Kim nasıl böyle suçlayabilirdi ki?Bir sürü soru vardı aklımda.
"Mustafa..." diye seslendim usul usul. "Korkma..." dedi ve omzumu sıvazladı. "...şaka yapıyor, çıkartacağız."
Gülümsedim. "Sana güveniyorum."
Az önceden beri gülümseyerek etrafa bakınan suratı son derece ciddileşmiş, gülüşü solmuştu. "Güvenme. Hiçbir insana güvenme Berk."Başımı iki yana salladım. "Arkadaşlara güvenilir."
'Sen bilirsin' der gibi başını omzuna yaklaştırdı. Hiçbir şey söylemedi. Çok sessiz, sakin ve iyi biriydi ancak beni neden arkadaşlık kelimesine karşı bu denli uyardığını anlayamamıştım.
Ne yani, kendisinin bana zararı mı dokunacaktı? Bu sözlerinden bunu mu çıkarmalıydım?
Hiç sanmıyorum!
"Sen kötü biri değilsin sana güvenebilirim." Bu lafımdan sonra sağ şakağımda kopan gürültü yüzünden şakağıma vurdum, sonra da sol tarafa tabii. Az önceden beri önde duran iki koltuğun arasına yasladığım kollarımı çekip arkama yaslandım ve Mustafa'nın omzuna yasladım başımı.
Yorulmuştum, çenem ağrıyordu.
"Ne diyordu insanlar böyle arkadaş edinince? Kanki?"
Mustafa tekrar gülümsedi. 'Tıs'lar gibi gülmekten ya da gülümsemekten başka bir işi olmadığını düşünmeye başlayacağım artık. Ne çok güldü böyle!
"Evet, öyle diyoruz."
"Uyum sağlamaya başlıyorum o zaman ha, ne dersin kanki?"Mustafa derin bir iç çekti. Haliyle omuzları kalktı indi bu nefes alışverişi sırasında. Ben ise bu hareket eden omuzlardan dolayı rahatsız olup kafamı kaldırmıştım. Dışarıya göz atmaya başladım. İleride çok güzel bembeyaz bir bina vardı.
Bahçesi kocamandı ve insanlar geziniyordu bahçede, üzerlerindeki kıyafetlerin rengi belli olsa dahi modeli belli değildi. Gittikçe yaklaşıyorduk bu binaya.
Hepsinin üstü tertemizdi. Acaba ben giysem ben de temiz gözükür müydüm?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENİZ KIZI
Kısa Hikaye*tamamlanmıştır* Çocukça tablolarıyla kendini ressam ilan eden adam, tablolarına yeni bir silüet eklemişti; deniz kızı. "Ve sen deniz kızı; seni damlalar halinde üşüten yağmurdan korumak için bıraktığım ceketimle beni polislere teslim ettin, acımada...