"Kyungsoo kaç kere söyledim sana canım orası bataklık, buraya yanıma gel."
Junmyeon hyungun sesiyle kafamı bu aralar tek mutluluk kaynağım olan çocuktan ona çevirdim. Hyung, namıdiğer ev sahibim, bana zor günlerimde kucak açmış, işe yeni girmeme rağmen bu ne idiği belirsiz adama güvenerek boş evinin anahtarlarını teslim etmişti.
O günü dün gibi hatırlıyordum. Sonunda borç batağından kendimi kurtarabilecek dolgunlukta maaş alabileceğim bir işe girmiş, o karamsar günlerimde tutunabileceğim umut ışığım olmuştu.
Mesaimin başlamasının üzerinden iki saat geçmiş ve yeni işime dört elle sarılıp bir an önce uyum sağlayabilmek için ofisin düzenini ezberlemem gerekirken buruk sevincim ile masamdaki analog telefonla bakışıyordum. Şükretmesini bilen biriydim hiç şüphesiz ve tanrıya minnettar olmalıydım, minnettardım da fakat bu mesai bitiminde gidecek bir evimin olmadığı gerçeğinin yüzüme vurulmadığı anlamına gelmiyordu.
"Eun Mi bu akşam sizi ağırlamak istiyor. Seo Yoon doğduğundan beri eve tıkılıp kaldı beni görmekten sıkıldığını düşünüyorum artık, sanırım biraz farklı yüzler ona iyi gelecektir."
Ev. Henüz iki saattir aynı ortamda bulunduğum insanların sesleri hafızama kazınmadığından kimin konuştuğuna bile dikkat etmeden, muhabbetin sadece kendi açımdan ilginç olan kısmında takılı kaldım. Sanki benim dışında herkesin hayatı olması gerektiği gibi sakin ve düzenli, bir ben bir baltaya sap olamamışım da rüzgar nereye eserse oraya savruluyormuşum gibiydi. Aşağılık kompleksi boğazımdan yukarı tırmanmaya başlamıştı çoktan.
Kafamı sallayarak böyle düşünmemek için kendini zorladım.
"Ah sevgili Eun Mi işten ayrıldığı için hala üzgün mü? Doğum yapan kadınların bir süre depresyon yaşadığını duymuştum. Senin için üzülüyorum dostum." İsmini hatırlamadığım adamın suratına şaşkınlıkla baktım. Bana göre söylediği şey kabaydı ve aralarındaki muhabbet samimi olsa iyi olurdu, sanıyorum ki sadece ben değil kimse böyle fütursuzca konuşabilen insanlarla uzun süre aynı ortamda kalmak istemezdi.
"Merak etme buhranı senin kıçını tekmelemesine engel değil."
Tamam durum o kadar kötü değildi, en azından her şey karşılıklı gibi duruyordu ve mesafeyi koruduğum sürece bu insanlarla iş dışında konuşmak zorunda kalmadan geçinip gidebilirdim. "Sen ne dersin yeni eleman?" Buyur burdan yak.
"Ben mi? Ee.. Bilemiyorum. Teyzem kırkından sonra çocuk doğurduğunda tüm hayatını değiştirmek zorunda kalmıştı, sanırım planlı olmaması daha buhran verici."
İfadesizce bana bakan üç kafayla tek tek göz göze geldiğimde kaşlarımı çatmadan edemedim. Yanlış bir şey mi söylemiştim? Belki de yerimi bilmeli ve sessiz durmalı, henüz beş saniye önce düşündüğüm gibi dahil olmamalılıydım.
İnsanlarla iletişimim her zaman çok kötü olmuştu. Bunun üzerine gitmeye çalışmak boşa harcanmış çabadan ötesine geçememişti bugüne dek. Ne zaman bir arkadaş ortamına dahil olma şansım olsa bir şekilde her şeyi elime yüzüme bulaştırıp insanların benim garip ya da salak olduğumu düşünmelerine sebep oluyordum. Sanırım asosyal olmak kanımda vardı. İnanmayana lise anılarımı önümdeki masaya serip orta parmağımı zevkle gösterebilirdim.
Ben, Kim Jongin, tam bir hayal kırıklığıydım. Yükselen kahkaha sesleri ise bunun suratıma vuran en büyük kanıtı.
"Dostum cidden kafa birine benziyorsun. Seninle iyi anlaşacağız." Parmağımı kendime doğrultarak "Ben mi?" Diye sormaktan kendimi alamadım.
Dalga geçip geçmediklerini anlamak zordu çünkü biri masaya vururak kahkaha atmaya devam ediyordu.
Harika ilk iş günüm daha iyi olamazdı!