Junmyeon hyungla herkes gittikten, Eun Mi bebeği uyutacağını söyleyip odasına çekildikten ve Kyungsoo'nun bunun bizim kaderimiz olduğuna beni ikna etmeye çalıştığı beyin yıkama seanslarından sonra çatı katına çıktık.
Beklediğimin aksine tozlu ve uzun zamandır dokunulmamış bir yer değil gayet temiz ve her şeyin tastamam olduğu bir daireyle karşılaştım. Sanırım ben hayatlarına girmeseydim Kyungsoo'nun yakın zamanda buraya taşınma planları vardı.
Birkaç felsefe ve bilim kitabının olduğu kütüphanede gözlerimi gezdirdim, anladığım üzere tam olarak taşınmasa da arada buraya zaman geçirmek için uğruyor gibiydi. İçlerinden birine elimi attığımda kendimi salak gibi hissettim çünkü Korece'yi bırakın İngilizce bile değillerdi. Eski bir dil gibi duruyordu ve ne olduğu hakkında kara delik kadar bile fikrim yoktu. Sıfır, hiçliğin de ötesinde.
Anlamsız bakışlarımı hissetmiş olacak ki Junmyeon hyungun ağzından bir kıkırtı kaçıverdi. "Hepimiz aynısını yaşadık, yalnız değilsin."
Yanıma gelerek bir başka kitap çıkardı, bu biraz daha tanıdık geliyordu belki Yunanca? "Farklı dilleri -elindeki hariç çünkü o cidden deli saçması bir olay- kendi kendine öğreniyor. Okulu, diğer okullardan farkını ortaya koymak için eski ve kesinlikle işlerine yarayacağını düşünmediğim dillerden birini öğrenmelerini zorunlu tutuyor. Kredisi düşük ama insanı daha prestijli gösteriyormuş. Şükür ki masrafların tamımını bursu karşılıyor." Sanırım burslu olmasaydı yıllık cebinden çıkacak parayı düşünüp titreyerek kafasını salladı.
"O bütün ailenin gurur kaynağı." O an içimden keşke ilkokul öğretmeni onu farketmeseydi diye geçirdim. Herkesin ondan bir beklentisi varken kendini baskı altında hissetmeden nasıl yaşayabiliyordu ki? Üzerindeki yükü iliklerime kadar hissetmiştim.
Hyung elimdeki kitabı rafına yerleştirip beni ikili koltuğa yönlendirdi. "Jongin ben de zamanında öğrenciydim ve yeni mezun olduğunda insanın kendini nasıl sudan çıkmış balık gibi hissettiğini iyi bilirim. O yüzden kirayı ya da faturaları dert etme. Burada istediğin kadar kal, istersen borç olarak düşün ve belini doğrulttuğunda geri öde istersen bir abiden destek olarak gör. Sadece ikimiz arasında kalacağına seni temin ederim."
Sesinde asla acıma kırıntısı yoktu. Beni cidden kardeşi gibi görüp yardım elini uzatmıştı ve ben bunu ömrüm boyunca çalışsam da ödeyemeyecek gibi hissediyordum. Borçlarımı ödedikçe hafiflemem gerekirken manevi olarak borçlanmanın yükü her şeyden daha ağır ama bir anlamda da huzurlu hissettiriyordu.
Ona teşekkür ettim, kaç kere ettim saymadım ama beni susturabilmek için sarılması gerekecek kadar çok olmalıydı. Ortamı yumuşatmak için ilerde damadı olacak birini elbette dışarıdakilere yedirmeyeceğini ve bana iyi bakacağını söyleyerek gülümsemiş ve uzun zaman sonra rahat bir uyku çekmeme sebep olmuştu.
Uyanmam gerektiğini bildiren sinir bozucu alarmıma kapalı gözlerimle ulaşmaya çalıştım. Parmaklarımı telefon ekranında biraz gezdirerek dokunmatik ekran azizliğinde bir süre cebelleştim. Ağzımdan memnuniyetsiz bir inleme kaçtı ama sonunda kazanan ben oldum. Sessizliğin verdiği ekstra hazla, yumuşak ve fazlasıyla konforlu yatağın tadını çıkarmak için olduğum yere biraz daha yayıldım.
Sanırım Junmyeon hyung biraz zengindi, ömrü hayatımda hiç bu kadar rahat bir yatakta uyumamıştım. Ya da ben fazla fakirdim, ikisi de olası. Junmyeon hyungu düşünmem aklıma işimi getirmişti ve az önce işime gidebilmek için kurduğum alarmı kapattığımın farkına varmamı sağlamıştı. Benim artık bir işim var!
Hızla kendimi kaldırıp olası baş dönmesini hesaba katmadığım için bir küfür savurdum. Ardından bir de kıkırtı. Bir dakika, kıkırtı mı? Ben gülmedim ki?
Kapalı gözlerimi ovalayarak yanıma, kurduğu bağdaşa dirseklerini dayamış beni izleyen Kyungsoo'ya döndüm. Ödüm tam anlamıyla bokuma karışmıştı. "Günaydın canım."
"Kyungsoo? Ne işin var senin burda nasıl girdin içeriye?"
Arka cebinden çıkardığı anahtarı sallayarak "Çok da zor olmadı." Dedi mutlu mutlu. "Baktım senden ses seda yok günaydın öpücüğü olmadan uyanamayanlardan olduğunu düşündüm." Omuzlarını silkti. "Ve işte buradayım."
Gözlerimi en az onunkiler kadar açıp biraz kendimi geri çektim. Kişisel alan denen bir şey vardı ve bu çocuğun o kadar bilgiyi kafasına sığdırabilmek için böyle basit toplum kurallarını kafasından silmek zorunda olduğunu ciddi ciddi düşündüm. Başka bir açıklaması da vardı: arsızlık.
"Bu hoş değil. İçeriye girdiğinde üstümü giyiniyor olabilirdim. Tuvallette ya da banyoda da olabilirdim, tanrı aşkına ya çıplak uyumayı sevenlerden olsaydım?" Tamam belki üst kısmımda bir şey yoktu ama altımda Junmyeon hyungun verdiği eşofmanı gururla taşıyordum. Bu yüzden hülyalı hülyalı beni süzmesinden rahatsız olmadım.
"Keşke." Tamamm belki birazcık rahatsız olmuş olabilirim.
"Neden normal çocuklar gibi değilsin?"
Düz bir suratla yatağımdan kalkıp dün ütüsü bozulmasın diye özenle koltuğun üzerine koyduğum gömleğimi üzerime geçirdim. Ne yaparsam dikkatli bir şekilde beni inceleyen ve az önce uyuduğum yatağa uzanıp neredeyse ıslık çalacağını düşündüğüm velete bakmadan amerikan mutfağıma yöneldim. "Çünkü ben normal değilim."
İçtiğim suyun yarısını lavaboya döküp bardağı tezgahta bıraktım. Elimle kalkmasını işaret edip ciddi bir konuşma yapmaya hazırladım kendimi. "Bak bücür madem normal değilsin, yaşıtlarından olgunsun o zaman seninle o şekilde konuşacağım."
"Sonunda! Ben de ne zaman beni ciddiye alacaksın diye merak ediyordum." Abartılı bir sevinçle yataktan kalkıp karşıma dikildi. "İtiraf edeyim iki gün mühlet vermiştim." Dudaklarını büzüp yerdeki parkeyle biraz bakıştı. Sanırım yürüttüğü tahminin çıkmaması canını sıkmıştı. Omuz silkip devam etti. "Olsun! Beni şaşırtan insanlardan -ki bu oldukça az sayıdadır- her zaman etkilenmişimdir."
Koluma girip beni banyoya girmeye zorladı. "Hadi sen elini yüzünü yıka, pantolonunu giy ve aşağıya gel. Kahvaltı için bekliyor olacağım. Konuşmak için önümüzde çokkk uzun bir ömür olacak."
Son cümlesini ellini havada sallayarak söylemiş ve ben kazık gibi banyo kapısında dikilirken çekip gitmişti. Ciddi anlamda lafı boğazıma dizip beni dumur etmekten zevk alıyor gibi hissediyordum. Konuşmama izin bile vermemişti! Bir çocuk tarafından yöneltidiğime inanamayarak yüzüme soğuk suyu sert bir şekilde çarptım.
Anlaşılan benim daha 'çokkk' işim vardı.