Annemin yokluğunu en çok böyle zamanlarda hissediyordum.
Eğer yanımda olsaydı yaşıma başıma bakmadan dizlerine yatar, yardım dilenirdim. Bir yol göster. Geçecek de, geçeceğini duymaya ihtiyacım var. Sesini duymaya ihtiyacım var. Senden başka, senden sonra geçecek diyenlerin hepsi yalancı. Hani zamanla alışacaktım? Çok zaman oldu, çok zaman geçti, sen geçmedin anne. Hala ilk günkü gibi acı veriyorsun.
Hiç çözemedim seni. Neden katlanıyordun o adama hiçbir zaman anlam veremedim. Sevgi böyle bir şey miydi? Seni sevmese de dizinin dibinden ayrılamamak mıydı? Senin yerin babamın dizleri miydi?
Büyüyünce anlayacaksın. Hayat her istediğini altın tepside sunmuyor oğlum. Bazı şeylere boyun eğmek yürüyebileceğin tek yol, elinden gelen tek şey elinde olana şükretmek olabiliyor. Benim elimde, avucumda olan tek şey sensin.
Her gece başka bir kadının yatağından çıkıp gelen biriyle aynı yastığa nasıl baş koydun senelerce? Nasıl başa çıkıyordun? Onca acıyı yarım asıra sığdırdın da nasıl bana hiç yansıtmadan sevgiyle büyütebildin beni?Büyü benim güzel oğlum, büyü. Benim seni sevdiğim gibi sev, sevil.
Ben büyümeyi beceremedim.
Sevdim de sevildim de. Ama veremedim hakkını. Seni kaybettiğim gibi kaybettim hep. Kimse benimle o yolun sonuna kadar yürümedi, yolun yarısında yalnızdım.
Peki ya şimdi?
Bu kez kazanan taraf olabilir miyim? Eğer tümüyle reddetseydim yine bırakıp gider miydi bugün beni? Zaten bu yüzden gitmemiş miydi bir kez? Yine ve yine tam buldum derken kaybedersem o zaman ne yapardım?
Beynim iflas bayrağını çekmek üzere, yaklaşık on senem kendime sorduğum sorulara cevap bulamamakla geçiyor ve ben artık elle tutulur gerçekler istiyorum. Tıpkı şu an, karanlığın verdiği hüzünle durgun olan şehri izlediğim gibi, çoğu gecemi boydan boya olan penceremin önüne serdiğim post halının üzerine oturup, cevaplara ulaşmaya çalışmakla harcıyor fakat sonunda gözlerim uykusuz, elim boş, yeni güne merhaba diyorum.
Güneşin doğmasına daha üç saat var, Kyungsoo aç ve benim de dördüncü kahvem.
Hannah Ellis kulağıma fısıldıyor, hiç gitmemişsin gibi diyor. Haklısın daha fazla katılamazdım sana. Hiç gitmemiş gibi gerçekten, onca sene geçmemiş gibi.
Oğlum Jongin farkında mısın durum çok vahim. Daha önce seçme şansı vermedi diye kızıyordun. Al sana seçme şansı, gitme demen için bir fırsat. Koşsana o trenin peşinden, arasana o kalabalığın arasında dur demek için. Neden oturmuş gereksiz sorularla elinden kaçsın diye bekliyorsun? Olmuyormuş değil mi? Davulun sesi uzaktan hoş geliyor, kulağının dibinde ötünce kaçacak yer arıyormuşsun.
Kaçacak yerin var mı peki? Kime sığınacaksın?
"Uyku mu tutmadı?"
Omzuma dokunan ele alışabilir miyim? Nasılsın sorularını yeniden duymaya hazır mıyım? Geç kaldığım için arayıp, haber verme alışkanlığı edinebilir miyim?
Bulamıyordum. Kendime sorduğum her soru cevapsız kalmaya mahkumdu. Belki de asıl sorun kendime sormamdı. "Kyungsoo, benim yerim yurdum neresi?"
Cevap vermeden şiş gözleriyle gülümseyerek yanıma oturup dizlerini pat patlayınca itiraz etmeden uzandım boylu boyunca. "Yerin de yurdun da benim."
"Madem öyle neden hiç aramadın? Gelmek istemedin tamam ama neden sesini bile esirgedin benden bunca zaman? Bir kere olsun beni kendi yerine koydun mu? Ben varım diye gelmediğini düşündüğüm için duramadım orada. Seninle beraber ailemi de kaybettim. Ne haldeydim bunca zaman bilmiyorum. Sanki yaşamamışım gibi, sadece nefes alıp vermişim. Yaşayamamışım gibi."