3

217 31 17
                                    

Bebekleri gerçekten seviyordum. İnsanların hayatı boyunca olabildikleri en masum dönemlerindelerdi ve elden ayaktan düşüp yine bir bebek gibi size muhtaç olan yaşlılar bile bir zamanlar kalp kırmış, hayır dualarını düşürmedikleri dilleri yalan söylemişti. Kim bilir belki en yakın arkadaşını sırtından bıçaklamış, onu seven birine, sevgilisine ya da eşlerine ihanet etmişlerdi.

Ama şu an ellerimde tuttuğum şey öyle değildi. Tüm akşam boyunca yüzünü toplasan 5 dakika görebildiğim ailenin en küçük üyesiyle adam akıllı tanışma fırsatını gitmeden yakalayabilmiştim. Henüz hayatın gerçekleriyle karşılaşmamış başına gelecebilecek şeylerden bir haber, abisinden aldığı belli olan gözleriyle beni incelemek ve tanıdık bir sima olup olmadığımı anlamak dışında başka derdi yoktu ve ben ona imrenmeden edemiyordum.

Birazdan kalkıp evlerimize dağılacaktık. Chanyeol ve Yixing bekar evlerine gidip duş alarak rahat bir uyku çekerken, Eun Mi ve Junmyeon sofralarına buyur ettikleri misafirlerin ağırlığını üzerinden atarak bir oh çekip çocuklarını uyutacaktı.

Ben ise belirsizlikle sokaklarda üç beş tur atıp geceyi geçirebileceğim bir otel arayacaktım. Hoş, her halinden belli olan aile muhitinde otel bulmak çölde su bulmaktan ne derece kolay olur onu kestiremiyordum.

İlk izlenim her zaman için önemlidir. Bu yazılı olmayan kuralı ben koymadım ve bana göre boş laftan başka bir şey değil. İnsan dediğin değişken bir varlıktır. Kimsenin bir anı bir anına denk değilken, televizyonda gördüğümüz ünlüyü gerçek hayatta görüp biraz asık surat ya da fotoğraf çekilme isteğini geri çevirmesi üzerine 'ne kadar da kaba, demek ki insanlara oynuyormuş, o melek yüzünün altında şeytan yatıyormuş' diyerek sadece iki dakikalık izlenimle dünyanın en boktan insanı ilan edebiliyoruz. Kimse onun kötü bir gün geçirdiği ihtimalini düşünmez, aklından bile geçirmez çünkü ah vah ettiğimiz durumun ayrıntılarını bilmiyorsak elimizde dedikodu malzememiz yok demektir. Karşılığı olmayan anlayışı göstermek bedavayken cebimizde akrep varmışcasına cimriliğimiz tutar.

Bu yüzden dostlarım aklıma gelen en basit çözümle burada, bir aile evinde, hoş sohbetimize eşlik eden şarap yüzünden kafayı bulmuş gibi davranarak en azından bu geceyi geçirmekten beni alıkoyan tek şey insanlara alkolik olduğum izlenimini vermek istememem.

Zaten küçük Seo Yoon'da benim tanıdık olmadığıma karar verip kucağımda feryat figan ağlamaya başlamıştı bile. Tamam anladık küçük fare, istenmiyorum.

Annesinin güvenli kollarına geçip huzuruna kavuşan bebekten gözlerimi bana nazik teklifini etmek üzere ağzını açan Chanyeol'e çevirdim. "Jongin nerede oturuyorsun? Seni ben bırakayım."

Yalan söylemek bir muhasebecinin olmazsa olmazıdır. Alıcılar kapınıza dayandığında ya da bitmek bilmeyen telefon trafiğinde, karşınızdaki insanı ödemeleri yapacağınıza dair avutmalısınız. Aslında batan patronunuzun durumu en kısa zamanda toparlayacağına ikna etmek zorunda kaldığınızda yalan sizin hayatınızı kurtaran en büyük nimet gibi gözükür gözünüze. Yeterince inandırıcı olursanız tıpkı meme isteyen çocuğun amacına ulaştığında ağlamasının kesilmesi gibi sesleri kesilir ve sizin bir sonraki tatlı yalanınızı beklerler. İşin sonunda en azından biraz zaman kazanmışsınızdır ama karşılığında ağzınız kirlenmiştir. Zaten iş hayatı da hiçbir zaman masum olduğunu iddia etmemiştir.

Şimdi size ta en başında işimi elimden geldiğince iyi yapacağıma dair sözler verdiğimi biliyorum ama maalesef yalan okulda öğretilmiyor ve benim henüz sahada tecrübem yok. Karşımdaki kişilerde bir muhasebeci ve beni on kere ceplerinden çıkaracak kadar tecrübe sahibi. Bugün o eğlenceli, güleç Chanyeol'ün telefondaki konuşmalarına şahit olsaydınız ne demek istediğimi anlardınız, bana kendimi kurtlar sofrasındaki kuzu gibi savunmasız hissettirecek kadar piyasayı ve politikayı yalayıp yutmuştu bu adamlar.

Bu yüzden kıvranmayı kesip lafı dolandırmadan söyledim açık açık. "Ev değil ama bu civarda bildiğiniz bir otel varsa yol üstünde bırakman fena olmazdı."

Ortamın gerildiğini ve hepsinin kafasından binbir türlü sorunun gelip geçtiğini yüz ifadelerinden anlayabiliyordum. Onlar da saklamak için çaba göstermiyorlar sadece nasıl nazik bir şekilde neler olduğunu sorabilirler bunun hesabını yapmakla meşgullerdi. Daha fazla eziyet çekmelerini istemediğim için durumu açıkladım. "Uzun süredir işsizim haliyle ev sahibimin biraz sabrını taşırdım, ilk günden avans istemek de bilirsiniz biraz tuhaf kaçardı. Bir süre otelde kalmayı düşünüyorum."

Çatılan kaşları yumuşayan Yixing kendisiyle kalmamı teklif etse de henüz tanıştığım birinin evinde kendimi sığıntı gibi hissederdim. Kibar bir şekilde buna gerek olmadığını söyleyerek açıklamaya çalıştım. Naz yapmıyorum ya da kendime acımıyorum. Uzun bir süre annem hastalık yüzünden halsizlikten koltukta ya da yatağında uyuyarak günlerini geçirirken babamın geceleri alkolik halleri dışında sesini duymadığım, hatta güneş yukarıdayken evde bile görmediğim bir ortamda bir nevi yalnız yaşamıştım. İsterseniz rahatına düşkün olduğumu düşünebilirsiniz ama allah aşkına yabancı bir evde tuvalete girerken nasıl rahat olabilirim ki? Aklım almıyor.

"Hyung aklıma bir şey geldi. Eğer uygun görürseniz Jongin bir ay boyunca göçebe hayatı yaşamaz."

"Benim de geliyor ama Jongin ne der orasını bilemiyorum." İkisinin de bana dönen suratlarına bakılırsa paşa paşa kabul edecek gibi duruyordum. Öyle de oldu. Paşa paşa değil seve seve.

Junmyeon hyung apartmanın en üst katında oturuyordu, şansa bakın ki üstümüzde küçük olmasına rağmen tek kişiye yetebilecek bir çatı katı bulunuyordu. Aslında ilk taşındıklarında burayı Junmyeon Hyung kendi parasıyla satın almış, Kyungsoo doğduğunda ise dedesi torununa bir hediye vermek istemiş ve ergenliğinde isterse taşınabileceği ama ailesinden de ayrı kalmayacağı üst katı baştan dizayn edip normalde apartmanın kileri görevi gören tek odaya tuvalet, banyo ve mutfak ekletmişlerdi.

Bu bonkörlük benim belimi doğrultana kadar işime çok yarayacaktı tabii Kyungsoo'dan izin alabilirsem. Odasını sorup kapıyı iki kere tıklatmamla henüz uykuya dalmamış olduğunu hemen cevaplamasından anladığım küçük, kapıda kimin olduğuna pek dikkatini vermemiş okuduğu kitaptan başını dahi kaldırmamıştı. Yalandan öksürerek bana bakmasını sağlamaya çalışıp lafa nereden gireceğimi düşünürken hiç sesini çıkarmadan beni izleyen gözlere bakmaktan kendimi alıkoymadım. Az önce yaşananlardan dolayı merakını gizleyip kuyruğunu dik tutmaya kararlı gibi görünüyordu.

"Kyungsoo senden hem özür dilemek hem de izin almak için geldim."

Elindeki kitabı kaldığı sayfayı unutmamak adına ayracını yerleştirerek yanına koydu, şimdi merakı gururunu yenmişti işte. "Seni dinliyorum Jongin hyung."

Aslında çok normal bir şeyi normal bir tavırla söylemişti ama hepimiz o 'hyung' lafının altındaki imayı sezebiliyoruz değil mi? Ben de öyle. Bozuntuya vermedim şu an suyuna gitmeliydim, ne kadar üstün zeka olursa olsun karşımda bir ergen vardı ve ben onun özgürlüğünü elinden almak üzereydim.

Biraz yana kayıp oturmamı işaret ederek yatağının kenarını eliyle patpatladı. Komik gelmesi biraz vicdansızca gelebilir ama nefes alışverişinden yakınlığımızın onu heyecanlandırdığı bariz belli oluyordu.

"Babanla ben yani biz, bir şeyler düşündük ama sen ne dersin bilemiyoruz. Eğer izin verirsen üst kata taşınmak istiyorum. Sadece bir süreliğine yemin ederim, işlerimi yoluna koyup yeni bir ev bulana kadar." Gerginlikle cevabını beklerken avuç içlerim terlemiş ve bilinçsizce dudaklarımı ısırmaya başlamıştım.

Ve işe bakın ki kızıp odasını elinden alamayacağımı söylemesini beklerken ona evlenme teklifi etmişim gibi yumruklarını havaya sallayıp Tanrı'ya şükretmeye başladı.

birtakım çilekli süt meselesi • kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin