"Hoşgeldin, ben de nerde kaldın diyordum. Her zamankinden mi?" Buranın sahibi olduğunu tesadüfen öğrendiğim Harin, her zamanki güleç yüzüyle kasada karşılamış ve yine benim, kendimi hiç mi derdi olmaz insanın diye sorgulamama sebep olmuştu. Bir insan günün her saatinde yüzünde gülücükler saçarak gezebilir miydi? Mümkün değil, eminim tezgahın arkasında burnuna bir şeyler çekip güne öyle başlıyordu ya da arada elinde gördüğüm bitki çayının bitkisi sandığım gibi papatya değildi.
Neyse neydi, en azından artık mevsimlerden kış bile olsa buzlu çilekli süt isteğime alışmış, yüzünde garip ifadesiyle siparişimi getirdikten sonra ortadan kaybolmuyordu.
Başımı merhaba niyetiyle sallayıp bir yandan ıslanmış saçlarımı karıştırmak için beremi elime alarak konuştum. "Yağmur şiddetini artıracak gibi duruyor." Kafasını kaldırmadan onayladı. Ne söylediğimi duyduğundan bile emin değildim, önünde siparişimi hazırlamakla meşguldü.
Dalgınlıkla masama yönelirken buraya asıl gelme sebebimi unuttuğumu hatırlayıp geri döndüm. "Bir de yanında bir dilim pasta istiyorum ve mümkünse mum."Gözlerini büyüterek sorduğu "Bugün doğum günün mü?" sorusunu görmezden gelip her zamanki yerime geçtim.
İlk zamanlar şu filmlerdeki içindeki kibar ve sevecen adamı çıkartacağım kartını oynamış ve beni konuşturmak için karşımdaki koltuğa oturup, dakikalarca susmak bilmediği bir dönem geçirmişti. Zavallı, çok fazla pembe dizi izlemekten kaynaklı yan etki olarak buna gönülden inanmış olmalıydı. Onu her seferinde oturduğu yerin dolu olduğunu söyleyip kaldırmış, günün geri kalanında çilekli sütümle bakışmaya devam etmiştim. Her seferinde aynı yere oturarak, aynı siparişi verip bir damlasına dahi dokunmadan masada öylece tuttuğum için sanırım biraz kaçık olduğumu düşünüyordu. Düşünsündü.
Kafe, bugün hava soğuk olduğu için normalden biraz daha yoğundu. Genelde boş olan önümdeki ve yanımdaki masalar bile doluydu ve bu huzursuz hissettiriyordu. İnsanların kafalarını kaldırdığında boş bakışlarla önündeki masayı delecek gibi bakan delilerden rahatsız olduğunu her seferinde hissediyordum zaten ama en azından birkaç masa ötemdekiler görüş alanımın dışında kalıyorlardı. Onları görmemek yalnız olduğumu düşünmemi sağlıyordu.
Mesela normal zamanlarda şu anki gibi mesken edindiğim masama yerleşirken, karşımda bana dönük oturan kişiyle daha ilk saniyelerinde göz göze gelmiyordum. Ya da yan masamda oturanların yaptığı dedikoduları duymak gibi eziyetlere maruz kalmıyordum. Refleks olarak gözlerimi kaçırıp sağ tarafıma, sıcak havalarda ördeklerin yüzdüğü ufak gölün üzerine tatlı tatlı yağan yağmurun manzarasına dikkatimi verdim. Bir yandan da sevgilisinin onu aldattığını nasıl yakaladığını anlatan kızı dinleyip yanındaki arkadaşıyla beraber ettiği beddualarına içimden eşlik ediyordum.
Normal zamanlarda asla yapmayacağım bir şeydi, kulaklarımı tıkar başkalarının hayatlarını merak etmezdim. Ama bugün normal bir gün değildi, uyandığımdan bu yana farkında bile olmadan sürekli dikkatimi dağıtmaya çalışmamın bir sebebi vardı. Bugün yılın ilk ayının on ikisiydi, onun doğum günü. Gittiğinde olduğum yaşa basmıştı. Mezun olduğunu varsayıyorum, çünkü bilirsiniz sınıf tekrar etmek onun için hakaret falan demekti. Bu yüzden artık yetişkin, mezun ve gurur duyduğum küçük için bir günlük tüm yasaklarımı çiğneyerek doğum gününü kutlayıp, ona iyi dileklerde bulunabilirdim.
Kendim için ne kadar doğru bir karar orası tartışılırdı. Gidişi benim için bir travmaydı ve hatırlamak bir şekilde sinir krizleri, günümü zehir eden kabuslar ve mide bulantılarıyla boğuşmamı tetikliyordu. Bir süre terapiye giderek ruhsal olarak toparlanmaya çalıştım. Büyük ölçüde işe yaradığını da söyleyebilirim. Uzun bir zamandır kendimi daha iyi hissediyordum. Bundan cesaret alarak masum bir doğum günü kutlamasının bana zarar vermeyeceğini düşünerek gelmiştim buraya. Tabi servis açarken bir yandan doğum günümü kutlayan Harin beni tekrar sinir hastası etmezse.