| Koku |

47 13 10
                                    


Bölüm 3

  'Seni, geceyi ve bulutları seviyorum..'

Çoban Yıldızı- Teoman


  Şaşkınlığım geçer geçmez, hemen kendime gelip,

  'Ne işin var senin burada? ' dedim, kaşlarımı olabildiğince çatıp. Karşımdaki adam cevap vermeyip hala şaşkınlığımı incelerken,

  ' Asaf ne yapmaya çalışıyorsun? Burada benim karavanımda, üstünde kıyafete dair hiçbir halt yokken? ' dedim tekrardan. 

   Sanki beni sinir etmek için hala ve hala cevap verme zahmetinde dahi bulunmuyordu. Aksine yüzünde sinir bozucu bir gülümsemeyle benim şaşkınlığımı izliyordu.

   ' Niye öyle bakıyorsun? Bi' soru sordum, benim karavanımda ne işin var? Üstelik üstelik az evvel fermuarımı açtın, hiç ses etmeden. Neden böyl..' dememe kalmadan,

' Burası benim karavanım Efsun Karaman.'

  İşte bakın tam bu esnada, tam şu dakikada rica ediyorum, kıyamet kopsun Tanrı'm. Yer yarılır, içine girerim. O da kabulüm.

   Birkaç dakika Asaf'a ifadesiz ifadesiz bakmam ve karşımda masum mu gıcık mı çözemediğim bir gülümseme ile gözlerimin en içine bakan adamı itina ile süzdüm. Nasıl yani 'Burası benim karavanım.' Dediği şey aklıma gelince karavanın içine göz gezdirdim hızlıca. Doğruydu benim karavanım değildi burası.

   Aptal kafam. Aptal. Aptal. Aptalsın Efsun. Mahcup bir ifadeyle Mirza'ya çevirdim bakışlarımı. Tek kaşını kaldırmış, kollarını göğsünde buluşturmuştu. Bi' omzunu duvara yaslamış, konuşmamı bekliyordu.

   ' Iıı şey özür dilerim, yani ben dalmışım. Kasten yapmadım, gerçekten. Kusura bakma Mirza' dedim alelacele.

   Peki cümle kuramamam da neyin nesiydi? Gülümsemesini büyütüp bakışlarını yere indirdi, bunu yaparken kafasını iki yana sallamıştı. Neden hareketlerini bu denli dikkat ettiğim de içler acısıydı gerçekten.

  ' Önemli değil Efsun'cum. Zevkti benim için. Fermuarlarla ilgili bir sıkıntın olursa bana gelebilirsin. Ha bu arada bir daha ki sefere kimin karavanına bindiğine dikkat edersen sevinirim.' Dedi, küstahça.

  'Hahh seni küstah.!' Diye ağzımdan kaçtı içimdeki düşüncelerim. Söylediğimi anlar anlamaz, gözlerim fal taşı gibi açılmıştı sözlerime karşılık.

   Bana yükselmesini beklediğim adam ise, kafasını yukarı kaldırarak kahkaha atıyordu. Göz göze gelince gülüşü yavaş yavaş söndü ve gözlerimde bir şey arar gibi bakmaya başladı. Bakışlarımız birkaç dakika havada raksetti. Gözleri bileğime kaydı usulca, kaşları çatıldı. Anlamaya çalışıyordu ne olduğunu.

   Ben gitmem gerektiğini söyleyeceğim sırada merak ettiği soruyu yöneltti bana. Başıyla işaret edip,

' Düşerken mi oldu? ' dedi, bakışlarını çekmeden. Sol elimle hala düşmesin diye elbiseyi tutarken kanaması durmayan sağ elimi gösterip,

' Evet öyle oldu.' Dedim kısık bi' sesle.

Kollarını çözüp arkasını döndü ve küçük bir çantayla hemen geri döndü.

' Otur şuraya!' diye koltuğa oturmamı emretti. O kadar yorgundum ki hiç karşı gelmeden gösterdiği yere oturdum.

' İlk önce fermuarımı kapatır mısın?' diyip masumca bakmaya çalıştım.

   Oturduğum yerde tepemde dikiliyordu. Hafifçe kafa sallayıp, arkama doğru eğildi. Saçlarımı bir omzuma toplayıp, küçük bir adım daha atıp fermuarı kapatmaya çalıştı. Bu hareketiyle bel oyuğu yanağıma sürtmüştü. Kafamı hafif aşağı indirmemle hala bel havlusuyla olduğu aklıma düştü ve rahatsız olduğumu belli etmek adına yerimde kıpırdanmıştım. İşini bitirdiğini fark edince elimi göğsümden indirmiştim. Yüz yüze geldiğimizde ifadesiz bir şekilde yüzüme bakıyordu. Kafasını iki yana sallayarak yere çömeldi ve çantadan gerekli malzemeleri çıkardı.

   Elini uzattı bana doğru. Avucuna bıraktım sağ bileğimi. Uzay'ın sardığı sargı bezini nazik bir hareketle çıkarmaya başladı. Pamuğa tentürdiyot damlattı ilk önce, açtığı yaraya sürdü yavaş yavaş.

' Canın yanıyor mu?' diye sordu.

   Canımı yakmıyordu, zaten fazla abartılmıştı bu mevzu.

' Hayır.' Diye yanıt verdim içimden geçeni dile getirerek.

   O kafa sallayıp işine devam ederken, ben fırsattan istifade onun hareketlerini izliyordum. Olabildiğince nazikti aslında. Sonra durdu aniden.ne olduğuna bakmak için baktığı yöne çevirdim meraklı bakışlarımı. Bileğimdeki 'yin yang' efsanesinde kadını temsil eden şeklin hemen hemen aynısı olan bir doğum lekesi vardı. Herkes dövme sanıyordu ama doğum lekesinden başka bir şey değildi. Küçük ve saçma bir doğum lekesiydi sonuçta. Donmuş gibi oraya bakıyordu.

'Ne bu?' bakışları hala oradaydı. Ne olduğunu sorgulamaya çalışıyordu sanki.

'Saçma bir doğum lekesi sadece.' Dedim, durumu açıklamak adına.

   Başıyla onaylayıp hızlıca bileğimi sardı. Çömeldiği yerden kalkıp çantayı yerine bıraktı. Hiçbir şey söylemeden karavandaki tek odaya girdi. Ne olmuştu acaba? Midesi mi bulanmıştı? Yada her neyse.

   Boşverip karavanıma gitmek için doğruldum. Kapıyı açmaya çalışıyordum ama tek elle beceremiyordum bunu. Elim sargılıydı, zorlarsam yine kanayacaktı. Asaf'ı çağırmak aklıma geldi ama kesin döndüğünde beni burada görmeyi planlamıyordu.

   Oflayıp sırtımı kapıya yaslayacaktım ki, arkamdaki Asaf'ı fark ettim.

   Dönünce burun buruna gelmiştik. Dikkatli bir şekilde yüzüme bakıyordu. Bir elini kapıya yaslayıp bana doğru yaklaştı. Bedenini yasladı bedenime. Bu hareketiyle duvara yapışmıştım. Allah aşkına bu adam neden bu kadar güzel kokuyordu? Aklımdaki bu düşünceyi def edip gözlerine odaklanmıştm. Gözlerime odaklandı ilk önce, burnumun çevresine göz gezdirdi. Hafif ruj kalmış dudaklarımdı son odağı. Gözleri hepsinden çok oyalandı dudaklarımda. Yanağıma yasladı burnunu. Gözlerini kapattı, bende kapatmıştım gözlerimi usulca.

Daha sonra kısıkça fısıldadı.

  ' Çok güzel kokuyorsun Efsun..'


743 kelime

BÜYÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin