✰︎
Günün son ışıkları dev ağaçların ufak boşluklarından sızdığında genç adam düş kırıklığıyla iç çekti. Omzunda kırık bir yay ve boş sadağını taşıyordu. Yüzü kan ve çamurla lekelenmiş, saçları birbirine dolanmıştı. Açtı, pisti ve ürkek bir ceylan uğruna kaburgalarından birini kırmış olabilirdi. Hâlâ canlı ve muhtemelen ondan kilometrelerce uzak bir gölgelikte keyif çatan ürkek bir ceylan için...
Gök turuncudan maviye dönmeye başladığında, kulaklarında uğuldayan tehlike çanlarına rağmen geri adım atmadı. Eve eli boş dönmek istemiyordu -belki ceylanı kaçırmış olabilirdi ancak hâlâ bir tavşanı elleriyle yakalayacak atikliğe sahipti-
Aslında-
sadece sahip olduğunu düşünüyormuş!
Zira şimdi gündüz çoktan geceye yenilmiş gaz yağının keskin kokusu ciğerlerine dolarken kör hamlelerle lambasını yakmaya çabalıyordu. Ve evet tabii ki ormana mecbur kaldığı o nadir anda ay bulutlara gömülü olmalıydı.
Boğazı yırtılırcasına uluyan birkaç kurda, kulağında vızıldayan sivrisineklere, -ve kaşınan ısırıklarına- hatta ayağıyla ezdiği kuru bir dal parçasına bile sayısız küfürler ettikten sonra nihayet soluklanmak için durdu ve başını ağaca yasladı. Sonra-
Sonra onu duydu.
Düşmüş bir meleğin Tanrı'ya yakarışlarını andıran kederli bir melodi.
James hareket edemiyor. Ses, kırıldığı her noktada onun ritmini çoktan değiştirmiş kalbine batarken gardını almak için fazla güçsüz hissediyor.
Zavallı melek... James onu bulmalı ona yakışmayan matemi elleriyle sökmeli.
James lambanın zayıf ışığında meleğini ararken sesin çatladığı her anda ellerini göğsüne bastırıyor sanki onu kavrayabilecekmiş gibi oradaki ağrıyı arıyordu.
Kulaklarından girip kanına karışan ses ayaklarını yerden kesiyor. Gerçeklikle tüm bağını koparmış bulutların üzerinde yürüyor, zaman zaman önünden geçtiği aya nutuk çekiyor -kahrolası korkak, bulutların arkasına saklanmasa yolunu kaybetmezdi!- Yıldızlarla el ele meleğini arıyor, zavallıcığı kedere boğduğu için Tanrı'ya öfkeleniyordu.
O kadar ki, sarhoş adımları devrilmiş bir ağaç kütüğüne takılıp onu girdiği transtan acı verici bir yolla çıkarana kadar ışığının çoktandır söndüğünü fark edemiyor.
Nerede olduğunu, ne kadardır yürüdüğünü, yayını ne zaman kaybettiğini bilmiyor. Eli endişeyle sadağının asılı olduğu yeri yokluyor. Boşluk...
Işıksız, silahsız ve artık melodisiz koyu karanlıkta kalakaldı.
Melek bir hile miydi?
Karanlık yaratık ilahi sesiyle avcılara yollarını kaybettiriyor olmalıydı.
N'için?
Av.
Gözlerini sıkıca kapatıyor. Üzerine keskin pençeler, çürük kokan bir nefes, sivri dişler ya da feci halde acı verici melun şeyler bekliyor ancak elde edebildiği tek şey artık kelimelerini seçebildiği meleğin şarkısı. Ama James onların neşeli anlamlarını değil yalnızca melodideki elemi duyuyor.
Bu hüzün şeytani bir yaratığa ait olamaz.
Delici bir arzuyla ayaklanıyor ve sanki bir şeyleri gizlemek istercesine dip dibe büyümüş çalıları aralıyor.
İşte orada dev söğüt ağacının her bir dalına dolanmış ateş kırmızısı saçlar, durduğu yerden bile parıldayan mermer beyazı ten ve tüm vücudunu sarmalayan o hüzünlü ses.
James'in yeniden görebilen gözleri kızın yaydığı ışıkta çalılıklara dönüyor ve orada uzanmış sarı çiçeği buluyor.
"Kederin beni buraya getirdi güzel kız."
Kız ona uzatılan çiçeği almak yerine söğüt ağacına yaslandı. James onun zümrüt kadar koyu harelerinden gözlerini alamıyordu.
"Seni buraya getiren benim." dedi parmaklarını koparılmış çiçeğe uzatarak. Çiçek havalandı ve ait olduğu yere geri oturdu.
Avcının gözleri büyüdü. "Nesin sen?"
"Orman." dedi kız sadece.
"Benimle gel." dedi James, büyülenmiş gibi kızı izlemeyi sürdürerek.
Kızın gülümseyen yüzü soldu. "Ben ormanın ruhuyum, ben ormanım. Burayı terk edemem."
James düş kırıklığıyla geriledi. Kız onun titreşen göz bebeklerini görebiliyordu. Ona uzattığı eli havada asılı kalmıştı.
"Ben seninle kalırım." dedi birden. Bu fikre heyecanla tutundu. O kadar ki söğüt ağacının bitişiğinde kulübesinin iskeletini bile görebiliyordu.
Kız parmaklarını onun yüzünde gezdirdi. "Burada yaşayamazsın."
"O halde neden beni buraya getirdin?" Her hücresi aksini dilemesine rağmen yüzünü parmaklardan kurtardı. "Seninle olamayacaksam burada olmamın anlamı ne?"
"Seni görmek istedim." dedi elleri ürkekçe yeniden James'in yüzünü bulurken. "O kadar öfkeliydin ki attığın her adım kalbimde muazzam bir sızı bıraktı. Seni görmeli ve n'için bu denli karanlıkta kaldığını anlamalıydım."
"Ben..." James çokça heyecan bir parça utançla gözlerini kapatıp çenesini okşayan parmaklara yaslandı. "Avımı kaçırmıştım."
"Anlıyorum..." dedi kız parmakları teninden uzaklaşırken. James çabucak gözlerini açtı. "Seninle olmak istiyorum-" duraksadı.
Kız neden durakladığını anlamış olacak ki gülümsedi. "Lily."
"Lily." diye tekrar etti onu.
Lily Lily Lily Lily Lily Lily Lily Lily Lily Lily
Lily, tıpkı bir çiçek gibi narinsin sevgilim.
"Lily ben artık hiçbir yüze bakamam."
"Hiçbir sesi duyamam."
"Hayatımın sonuna kadar bu ormanda yaşamak gerekse bile seninle olmak, sen gözlerini açtığında günümün doğmasını, kapattığında batmasını istiyorum."
"Üzgünüm." dedi Lily, James'in kalbini sıkıştıran bir acıyla. "Benimle yaşayamazsın."
Dağılmaya başlayan bulutların arasından ay ışığı süzülürken ateş gibi parlayan saçların ışığı soldu. Lily aniden uzaklaştığında James'in içi müthiş bir endişeyle doldu. "Nereye gidiyorsun?"
Lily ona hüzünlü bir gülümseme gönderdi. "Ay çıktı, ağacıma dönmeliyim."
Avcı bir çiçeğin zarafetiyle yürüyen kızı ağacın içinde kaybolana kadar izledi.
Lily gider gitmez yanan lambasına göz ucuyla bakıp parmaklarını söğüdün gövdesinde gezdirdi. Daha önce hiç olmadığı kadar nazikti. İnce yaprakları teker teker okşadı.
"Yine geleceğim."
Söğüdün yaprakları titreşti. James ağaca son kez gülümseyerek karanlık ormanda gözden kayboldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙩𝙝𝙚 𝙬𝙞𝙡𝙡𝙤𝙬 𝙢𝙖𝙞𝙙✰︎𝙟𝙞𝙡𝙮 𝙖𝙪
Hayran Kurgu❝Genç bir adam orman boyunca yürüdü sadağı ve av yayıyla Genç bir kızın şarkı söylediğini duydu ve doğrudan sesi takip etti Orada kızı buldu söğüt ağacında yaşayan❞ James Potter bir avcıydı ama söğüt ağacı kızı ondan önce davrandı. ↝tamamlandı