chapter two

707 88 167
                                    


"ah, tae!"

"üzgünüm."

"üzgün değilsin, bilerek yapıyorsun."

taeyong sanki daha az önce boynuma dişlerini geçirmeye çalışan kendisi değilmiş gibi gülümseyerek başını kaldırmıştı,
"suç bende değil, ne kadar güzel hissettirdiğin hakkında bir fikrin var mı?"

iltifatına karşılık taeyong'u derin bir öpücüğün içine çekip saçlarını kavramıştım ki kendimi yatağa yaslanmış vaziyette buldum. liseli aşıklar gibi kıkırdamaya engel olamıyor ve gülüşlerimin arasında onu öpmeye çalışıyordum. oldukça mutluydum, her şey çok güzel gidiyordu. buraya geldiğimden beri iki hafta geçmişti, verandama geldiği günden beri tae ile görüşüyorduk. önce hergün buluşmaya başlamış sonrasında ise aramızdaki çekimi görmezden gelemeyeceğimize karar vermiştik.

ellerim taeyong'un gömleğinin düğmelerini çözüyor, gözlerim, şehvetle parıldayan gözlerinden bir an olsun ayrılmıyordu.

çıkarttığım ince kumaşı yavaşça yatağın kenarına bırakıp gözlerimi taeyong'un vücudunda gezdirdim. bakışlarım benden bağımsız bir şekilde omzundaki büyük yara izine takıldığında kaşlarımı çatıp sordum, "buraya ne oldu?"

"askerdeyken oldu."

davetkar tavırlarla gülümseyip parmaklarımı omzunda gezdirdim, "texas'da askerle çatışan militanalar olduğundan haberim yoktu, korkmalı mıyım bay lee?"

"ben burada olduğum sürece değil."

tae'nin yeniden boynumu öpmek için harekete geçmesi üzerine hafifçe geriye doğru kaçıp sordum,
"ben ciddiyim, bu iz nasıl oldu?"

"basit bir kavga çıkmıştı sonrasında işler büyüdü ve yenilgiyi hazmedemeyen aptalın teki omzumu yaraladı."

"aman tanrım, canın çok yanmış olmalı!"

"gerçekten de çok yanmıştı, şimdi bile çok acıyor. nasıl geçeceğini duymak ister misin?"

"nasıl?"

"iyileşmesini istiyorsan öpmen gerek."

kahkaha atıp omzunu itekledim, "fırsatçının tekisin!"

"başka neler olabileceğimi öğrenmek ister misin?"

"pek meraklı birisi değilimdir."

yalan söylüyordum, tek amacım biraz nazlanmak ve beni daha çok istemesini sağlamaktı. taeyong gülümseyerek üzerime doğru gelmeye başladığında bu yüzden uzaklaşmadım. fısıldayarak konuşmaya başlaması, kullandığı ses tonu, beni dağıtmaya yetmişti.
"ama ben çok meraklıyımdır, şimdi neyi merak ediyorum biliyor musun?"

karnımdan kasıklarıma doğru indirmeye başladığı parmaklarını görmezden gelip çaresizce sordum, "neyi?"

"pantolonunun içinde ne olduğunu."

dudaklarımı ısırıp taeyong'un kulağına yaklaşarak istekli bir şekilde fısıldadım,
"cevap sandığından çok daha basit, çünkü hiçbir şey giymedim."

elleri bir anda duraksamış, vücudu kaskatı kesilmişti. belli ki benden böyle hamleler beklemiyordu.  panyolonunun kemerini hızla açmaya başlamıştı ki rahatsız edici bildirim sesleri odada yankılanmaya başladı. benim telefonumdan gelmiyordu, açıkçası nereden geldiğini zerre umursamıyordum bu yüzden kemerini çıkartması için tae'ye yardımcı olmaya devam ettim ancak aynı sesler birkaç kez daha işitildiğinde ikimiz de duraksadık.
moralim bozulmuş, keyfim kaçmıştı.
tae üzerinden kalkarken saçlarımı öpmeyi ihmal etmeden söyledi, "acil bir şey olabilir bebeğim, kontrol etmem gerek."

my body is a cage - dotaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin