uyandığımda etraf karanlık, yatak odasının beyaz tül perdeleri açıkken bile bu kadar boğuk bir görüntüyle karşı karşıya olmamı tek bir sebebe bağlıyorum; yağmur bulutları.
bunu daha önce söylememiş olabilirim ama yağmuru izlemeye bayılırım, çatıya çarpar çarpmaz çıkarttığı sesler bana ninni gibi gelir ve dört bir yana saçılan su damlacıklarının oluşturduğu görsel şölenden bahsetmiyorum bile. yüzümdeki minik gülümsemeyle etrafı izleyip yatakta geriniyor, taeyong'un nerede olduğunu çözmeye çalışıyorum.neyse ki çok da endişelenmeme gerek kalmadan mutfaktan gelen kalın ses bana ipucu veriyor. öğlene kadar uyuyan sevgilisine kahvaltı hazırlamak için erken uyanmış, yakışıklı ve şarkı söyleyen romantik adam tiplemesine kanacak kadar saf olduğumu sanıyorsa fena halde yanılıyor.
henüz o kadar aklımı kaçırmadım.taeyong böyle saçmalıklar yapmamı istediği ve bunlardan hoşlandığı için dün gece uyurken giydiği siyah tişörtünü üzerime geçirip altıma da bol bir pijama giyiyorum. uyurken çoktan kafamdan çıkıp giden peruğu yeniden takmakla uğraşmak yerine olduğum gibi mutfağa girip kreplerle uğraşan bedeni izliyorum. dürüst olmak gerekirse onu bize kahvaltı hazırlarken gördüğüm anın, pisliğin teki olmasına üzüldüğüm ilk an olduğunu söyleyebilirim.
eğer beni bu saçmalığa zorluyor olmasaydı, kafası yerinde normal bir birey olsaydı herşey çok farklı olabilirdi.kollarımı bağlayıp kapı eşiğine yaslandığımda, arkasında birinin olduğunu nasıl fark ettiğini hiç anlayamadığım şekilde başını bana doğru çeviriyor.
"günaydın bebeğim.""günaydın."
"bize kahvaltı hazırlıyorum, verandada oturup dışarıyı izleyebiliriz diye düşündüm. yağmurdan sonra orman çok güzel gözükür."
gülümseyerek onaylıyorum,
"olur, sana yardım etmemi ister misin?"bana dönüp sanki garip şeyler söylüyormuşum gibi yüzümü didik didik incelediği bir dakikanın ardından onaylayarak yanıma doğru yürüyor ve daha ben ne olduğunu anlayamadan ellerini beline sarıp bedenimi havaya kaldırarak tezgaha oturmamı sağlıyor. yaptığı şeye gülüp mırıldanıyorum, "gerçekten de klişelerin adamısın öyle değil mi?"
"ne diyebilirim ki, beni yakaladın."
"çiçekler, çikolatalar, yumuşak oyuncaklar ve romantik öğünlerden hoşlanan bir adamsın."
pür dikkat önündeki krep hamuruyla uğraşırken soruyor, "bu kötü birşey mi?"
"bazıları için değil ama benim için-"
"sus, senin için de değil dan. sen bunlara bayılıyorsun ve ben de sana istediğini veriyorum."
gözlerimi mutfakta gezdirip iç çekiyorum, ona itiraz ettiğim her sefer aklını biraz daha kaçırmasıyla sonlandığı için bu iş canımı sıkmaya başladı. boş yere çabalıyormuş gibi hissediyorum ve işin en kötü yanı ondan kurtulacağıma dair umutlarımı bir bir kaybediyor olmam. tezgahtan aşağıya sallandırdığım bacaklarımı sallamayı keserken aklıma gelen dahiyane fikirle aniden soruyorum,
"hey baksana, benim bu evde bir odam var mı?""eskiden kaldığımız oda biraz eskidiği için onu tadilata aldım. her gün gidip biraz uğraşıyorum ama neden bunu merak ediyorsun dan?"
masum davranmaya çalışarak bakışlarımı çoraplarıma indiriyorum, "çünkü kıyafetlerin bana çok büyük geliyor ve sürekli üzerimden düşüyor oppa, belki eski kıyafetlerimi bulursam onları giymeye başlayabilirim. bu çirkin pantolonu hiç sevemedim de."
taeyongun gözleri hayretle genişliyor ve elindeki tava öylece havada kalırken başını sallayarak onaylıyor, "istersen sana oranın anahtarını verebilirim ama uslu olacağına ve kaçmayacağına söz vermelisin yoksa ailen-"
"söz."
arka cebinden çıkarttığı anahtarı avcumun içine bırakıp gülümseyerek yüzümü izliyor ve saçlarıma yumuşacık bir öpücük bırakıyor, sanırım bundan sonra onu bir şeylere nasıl ikna edeceğimi çözdüm bile. sevimli, liseli bir kız gibi davranmaya çalışarak tezgahtan atlıyor ardından dan'in odasının nerede olduğunu bilmediğimi anımsayarak duraksayorum.
"bu arada nereye gitmem gerek?""alt kat, koridorun sonundaki oda. penceresinde teller takılı ve evin dışına alarm sistemi döşedim ama istersen kaçmaya çalışarak şansını deneyebilirsin."
dudaklarımı sarkıtıp üzgünmüşüm gibi davranmaya çalışıyorum,
"sadece yeni elbiseler istiyorum.""öyle olsun, yarım saate kahvaltımız hazır olur. güzelce giyinip verandaya gel."
"pekala."
elimden geldiğince sevimli davranmaya çalışıyorum ama başarılı olup olmadığımdan emin değilim. aceleci hareketlerle koridora doğru yürürken arkamı dikizlediğini duvardaki aynadan görmeme rağmen suratına yumruğumu indirmiyorsam bunun tek sebebi kahrolası dan'i ve taeyongla aralarında ne geçtiğini öğrenmek istemem.
aşağı kata inip koridorun sonundaki krem rengi, eski bir kapısı olan odayı gördüğümde elimde olmadan tedirgin oluyorum. birilerinin geçmişine, en özel anılarına girmek üzereyim ve bu beni korkutuyor. elimdeki anahtarla yeni olduğu her halinden belli kilit yuvasını açıp içeriye giriyorum.
birisi orayı betimlememi isteyecek olsa en kaba tabiriyle alice'in harikalar diyarına benziyordu diyebilirim. öncelikle her şey tıpkı bir çocuk odası gibi pembeye boğulmuş durumda, duvarlarda uçan gökkuşağı şelalerinden birbirlerine kur yapan unicornlara kadar her türlü saçmalığın resmi asılı. devasa victorian tarzı yatak ve tuvaletin üzeri çeşit çeşit oyuncaklarla kaplı, inanın veya inanmayın, yatmak için yer kalmış olması bile mucize.
gözlerimi etrafta gezdirip hızla çekmeceleri karıştırmaya başlıyorum, yarım saate kalmadan kendime giyecek bir şeyler bulmalı ve dan'in geçmişine ait sırları açığa çıkarmalıyım, böylece taeyong'un neden kafayı yediğini de öğrenebilirim. ne yazık ki talih pek benden yana olmasa gerek açtığım her çekmecenin içinden yalnızca elbiseler, simler ve tokalar çıkıyor. toz pembe bir kazakla sade bir pantolonu çıkartıp kenara bırakıyor ve üzerimdeki kıyafetleri aceleyle çıkartmaya başlıyorum.
o manyak, birden odaya dalmaya kalkarsa üzerimi giyinmeden etrafı karıştırmaya başladığımı görmesi ölümüme sebebiyet verebilir.kazağı ve pantolonu aceleyle üzerime geçirip masanın üzerindeki binbir renkli lanet olası peruklardan kahverengi olanı başıma geçirip odayı aramaya devam ediyorum. genç odasına bile değil fazlaca süslü bir çocuk odasına benzeyen bu yerde gizemli şeyler arıyor olmak benim aptallığım.
hayal kırıklığı içinde omuzlarım düşerken aramayı unuttuğum küçük bir çekmece rafına gözüm takılıyor ve yavaşça içini açıyorum.ilginç bir şekilde karşıma küçük, süslü bir kutunun içine kapatılmış onlarca resim çıkıyor ve her birini tek tek inceleyecek vaktim olmadığı için hızlıca göz gezdirmeye başlıyorum.
bakımlı ve güzel bir kız var resimlerde, dan olmalı diye düşünüyorum, taeyong ile öyle mutlu görünüyorlar ki elimde olmadan onlar için üzülerek resimleri karıştırmaya devam ediyorum.her an ayağa kalkıp kaçmaya, elimdekileri kutuya bırakmaya hazır halde resimleri incelerken daha önce fark etmediğim bir ayrıntıyı görüyor ve elimi hayretle ağzıma kapatıyorum.
işte sorun; kıyafetler, etraftaki şekerlemeler, süslü oyuncaklar ve resmin çekildiği mekanlar hep aynı kalırken değişen tek bir şey var, dan.
bazı resimlerde farklı bir yüz yapısına sahip olan bu kız, bir diğer resimde bambaşka görünüyor ve elimdeki resimleri kutuya öylece bırakırken nefesinin kesildiğini hissediyorum.
benden başka dan olmayan danlerle de uğraştığını, onları da kendine aşık ettiğini, kaçırdığını, rahatsız ettiğini düşündükçe gözlerim kararıyor.içine düştüğüm belanın büyüklüğü karşısında başım dönerken aklımda yeni bir soru daha beliriyor,
peki onlara ne oldu?******
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my body is a cage - dotae
Mystery / Thriller"sana güvenebileceğimi, farklı olduğumu sanmıştım... şimdi görüyorum ki, neye inanmamı istediysen öyle düşünmemi sağlamışsın." dotae my body is a cage 04.06.2020 - ? minific