chapter ten

719 81 173
                                    

hiçbir zaman dünyanın en mutlu, en başarılı, en sağlıklı, en zengin insanı olmak istemedim. kendimi bildim bileli tek arzum sıradan bir yaşam sürmekti. hiçbir şeyi fazla sevmek veya nefret etmek istemem, kalbimi olağan ritminden şaşırtabilecek duygular korkutucu gelir bana belki de bu yüzden yazmayı seçtim.
kafamda minik karakterler yaratıyor ve o karakterlerin yaşamaya korktuğum hayatlara sahip olmasını sağlayabiliyordum hem de şöminemin başında oturup ateşin termal çoraplarımı iyiden iyiye ısıtmasını umarken.

ancak çok sonraları öğrendim ki, sıradan bir hayatı çok arzulamak tanrıyı kızdırıyor ve cezası ağır oluyormuş.

gözlerimi sıkıca kapatmış masanın altında gizlenmeye çalışırken ölü kadar sessizim. aklımda tüm bu sıradan hayat saçmalıkları var, yaşamım kelimenin tam anlamıyla gözlerimin önünden geçip gidiyor ve zihnimde kendi sonumu yazmaya başlıyorum.
bu gece öleceğim, kim bilir nasıl?
belki tek hamlede canımı alacak belki de bana öyle öfkeli ki acı çekerek ölmemi sağlamak istiyor.

gözlerimden akan yaşı ağır hareketlerle kıyafetimin omzuna silerken etrafın aşırı derecede sessiz olması dikkatimi çekiyor. saklandığım yerden görebildiğim kadarıyla koridoru gözetliyor, onu göremiyorum. yukarıya çıkmış olmalı.
dış kapıdan kaçmaya mı çalışsam yoksa mutfağa koşup bir bıçak mı kapsam diye düşünüyorum.

pekala, hayatta kalmak istiyorsam mantıklı olmam gerek. eğer dış kapı kilitli değilse anında kendimi ormana atıp evime veya anayola koşabilirim. ancak anayoldan hiç araba yoksa veya yolda beni yakalarsa bu işimin bittiği anlamına gelir. peki ya mutfağa koşup bıçağı kapmak?
dürüst olmak gerekirse benden daha iyi delici, kesici alet kullanıyor olmasa zaten onun esiri olmazdım.

kendimi fazlaca tehlikeye atmayacağım başka planlar düşünmeye çalışıyorum fakat masanın altına uzanıp saç köklerimi sıkıca kavrayan el yüzünden ağzımdan yüksek bir çığlık kaçıyor.

"benden saklanabileceğini mi sandın sürtük?" diyor taeyong.

tanrım sesi kulağa öyle ürkütcü, öyle öfkeli geliyor ki kendimi titreyerek ağlarken buluyorum. bana zarar vermemesi için ayaklarına kapanıp ona yalvarmaya bile hazırım. (oysa hep gururlu bir insan olduğumu düşünmüşümdür.)

dudaklarım titrerken mırıldanıyorum, "üzgünüm, l-lütfen affet. bir daha asla kaçmaya çalışmayacağım."

kaşlarını çatıp daha çok kendi kendisine konuşuyormuş gibi söylüyor, "olmaz, olmaz, seni asla affedemem. "

gözlerimi kapatıp tanrıya dua etmeye başlıyorum. saçlarımı tutan eli mengene gibi sıkı, anlaşılan o ki bırakmaya niyeti yok. kafamı sandalyelere ve masanın ayaklarına doğru sallayarak bir yerlere çarptırmaya, bilincimi kaybetmemiş sağlamaya çalışıyor. ellerimle başımı korurken panik içinde bağırıyorum, "taeyong, yapma!"

"kes sesini fahişe."

"yapma!"

saçlarımdaki eli yerinden bir an olsun ayrılmazken diğer eliyle bacağımı kavrayıp aniden çekiştiriyor. masanın altından çıkmamak için bulabildiğim her şeye sıkıca tutunuyorum. tırnaklarım kırılıyor ve dipleri hafifçe sıyrılıp kanamaya başlıyor, umursamıyorum. bedenimi iki tarafından sıkıca kavrayan elleri öyle kuvvetli ki karşı koymakta zorlanıyorum.

tam vazgeçmek üzereyken, ellerimi serbest bırakacağım esnada taeyong duruyor. saçlarımdaki ve ayak bileğimdeki ellerini uzaklaştırıyor, adım sesi duymadığım için hiçbir yere gitmediğini bilsem dahi dönüp ne yaptığına bakamıyorum çünkü göreceklerimden korkuyorum. derin bir nefes alıp masayı tutan ellerimi bedenime yaklaştırdığım anda üzerimdeki koruma gürültülü şekilde kayboluyor. parkelere çarpan masayı izlerken bacaklarımı göğsüme doğru çekip gözlerimi yavaş yavaş tanıdık bedene doğru çeviriyorum.

my body is a cage - dotaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin