chapter nine

482 63 130
                                    

taeyong'un bana sürekli doyoung olduğumu hatırlattığı histeri krizi yaklaşık beş dakika sürüyor, sonrasında yeniden her zaman olduğu manyak adama dönüştüğünü bakışlarından anlayabiliyorum. bağırıp çağırırken oturduğu döşemelerin üzerinden kalkıp yanıma yaklaşıyor ve gözlerini benimkilere dikip soruyor,
"gerçekten benimle ilgili herşeyi öğrenmek istiyor musun?"

aptalca saçmalıklar duymak üzere olduğumun farkındayım ancak bu bile merakımın önüne geçemezken onaylıyorum,
"istiyorum."

"dan benim eski sevgilimdi-"

"onu anladık."

cümlesini böldüğüm için ifadesi öyle katı bir hal alıyor ki yeniden anlatmaya başlasın diye hafifçe geriye çekiliyorum.

"eski sevgilimdi ve öldü ancak bu yitip gittiği anlamına gelmiyor elbette. ölümünden sonra onu onlarca kez gördüm."

kaşlarımı çatıp gözlerimi kısıyorum, kusura bakmayın ama taeyong'un hikayesi, en açık haliyle bile yeterince açık değil. 
"ne demek ölümünden sonra onu gördüm?"

"basbayağı işte. bir gün dan'in arkasında bıraktığı boşluğu doldurmak için birkaç kadeh içki içmeye karar vermiştim, sonra onu gördüm, barmen kızı...
yaka kartında alicia yazıyordu ancak yüzünde tanıdık bir ifade vardı. dudakları ve gözleri kesinlikle benim dan'ime aitti. tanrı'nın bana onun dan olduğunu, gelip onu almam için beklediğini söylediğini hatırlıyorum. alicia'yı evime getirdim, dan'in elbiseleri giydirdim, saçlarını kahverengiye boyadık ve ne oldu dersin? alicia birden benim dan'ime dönüştü. onların günahkar bedenlerini değiştirerek onurlandırıyor, aynı zamanda sevgilime yeniden kavuşuyordum. alicia öldüğünde de bu böyle devam etti, tanrı dan'i bana farklı bedenlerde bağışlıyordu, yeniden ve yeniden ve yeniden..."

vücumdumdaki adrenalin öyle yükselmişti ki kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor ancak biraz bile kımıldayamıyordum. yatağın üzerinde uzanıp karşımdaki öfkeli, karanlık gözleri izlemeye devam ettim. konuşmak, başka şeyler de sormak istiyordum ancak korkuyordum. dudaklarımı hafifçe ıslatıp birkaç kere yutkunduktan sonra bütün cesaretimi topladım, "alicia neden öldü taeyong?"

"görevini yerine getirmiyordu bu yüzden ölmesi gerektiğine karar verdim."

kirpiklerim titriyor çünkü ben de 'görevimi yerine getirmiyorum' bu yakında öleceğim anlamına mı geliyor?
ancak ben daha fazla konuşamadan taeyong elini yavaş yavaş yatağın üzerine çıkartıp boynuma yaslıyor ve işaret parmağını şah damarımın üzerine koyup fısıldar gibi anlatmaya devam ediyor, "tam da burada, senin yattığın yerde yatıyordu. sonra tanrı bana onun işe yaramaz bir sürtük olduğunu söyledi ve artık dan'i serbest bırakabileceğimi anladım. ince bir jilet bulup buraya geldim-"

elimi taeyong'un dudaklarının üzerine bastırıp mırıldanıyorum,
"tamam, anladım. anladım."

başını yatağın kenarına yaslarken yorgun gözlerle yüzümü izliyor. dudaklarımı ve yanağımı okşayan dokunuşlarının beni korkutmuyor olması çok garip, bir an duraksadıktan sonra bütün yüzünü kırgın gülümsemesi kaplıyor, "korkma dan, cehenneme gitmeyeceğim. bunları yapmamı bana tanrı söylüyor, benimle konuşuyor."

gözümden akan yaşları elimin tersiyle siliyorum, "nasıl?"

"beynimin içinde yankılanan sesini duyuyorum, öyle ruhani ve bana o kadar çok yardım ediyor ki tanrı olduğuna eminim. ben onun sevgili oğluyum."

gözlerimi kapatıp herşeyin bir kabustan ibaret olmasını, uyandığımda karşımda verandamı ve saçlarımı okşayıp bana şarkılar söyleyen sevgilimi, taeyong'u bulmayı diliyorum.
hiçbir şey dilediğim gibi olmazken gözlerimi hafifçe aralayıp karşımdaki adama bakıyor ve ona acıyorum. kızmıyor, nefret duymuyor veya tiksinmiyorum, yalnızca acıyorum...

my body is a cage - dotaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin