chapter seven

537 61 69
                                    

taeyongla yaşamaya alışmak zor ancak garip şekilde imkânsız da değil. üstümde kurmaya çalıştığı otorite, hastalıklı ruh hali ve beni olduğum gibi kabul etmiyor oluşunu yok saysam, oldukça iyi bir ev arkadaşı olduğunu bile söyleyebilirim
ayrıca tanıdığım en romantik adam.
verandaya gittiğimde karşımda bulduğum kahvaltı masasına bakarak rahatlıkla bu çıkarıma varabiliyorum.
özenle dilimlenip spiral şeklinde servis tabaklarına dizilmiş peynir dilimleri, şatafatlı masa düzeni ve tam merkeze konumlandırdığı şarap rengi mumdan etrafa yayılan loş ışık kesinlikle benim değil dan'in tarzı olsa da güzel görünüyor.

gülümseyerek elimi masaya yaslıyor, ormandan gelen ıslanmış yaprak ve rutubet kokusunu ciğerlerime çekiyorum. gözlerimi açtığımda beklentiyle beni izleyen gözlerin ne istediğini tahmin etmek zor değil. başımı tatmin olmuş şekilde sallıyorum, "kabul etmeliyim ki bu işte çok iyisin."

gülümsüyor, neden bu kadar güzel?

"beğeneceğini biliyordum bebeğim, yeşil çay da ister misin?"

şaşkın bakışlarla onu izlerken mırıldanıyorum, "olur."

ilginç çünkü her daim geçmişimi, benliğimi ve hatta ismimi bile reddeden adam şimdi karşıma geçmiş bana eskiden en çok hoşlandığım içeceği ikram etmek istiyor.
bir süreliğine mutfağa girip gözden kaybolan bedenin arkasından sesimi yükselterek soruyorum,
"yeni kıyafetlerimi beğendin mi?"

"geliştirmişsin ama mükemmel değil. bir dahakine yeni kıyafetlerini ben seçeceğim, bakalım onları beğenecek misin?"

bana ne tür saçmalıklar giydirmeye çalışacağını düşünmek bile ürpertici,
"hayır sağol, kendim seçebilirim."

"sana sormadım dannie, bekle ve gör. işim bittiğinde gerçek bir prenses gibi görünüyor olacaksın."

"aman ne hoş."

"kes sesini."

öyle kaba ki, rol icabı bile olsa iyi davranmaya devam edemiyorum.
çatalımı kayıtsızca en ortadaki peynir dilimine batırıp özenle hazırladığı servis tabağını bozduğumdan emin olduktan sonra soruyorum,
"neden, dan olmadığımı mı hatırlıyorsun?"

"sen zaten dan'sin."

"hayır değilim ve sen bunun farkındasın. kendine de bana da bu saçmalığı yapmayı kes. verandama gelip benimle flört etmeye çalıştığında dan olmadığımı pekala biliyordun çünkü bana doyoung diye seslendiğini hatırlıyorum. yani kim olduğumu biliyor, buna rağmen bir başkasıymışım gibi davranıyorsun!"

"kahvaltını yap güzelim."

"ne o gerçek erkek, yoksa yine ailemle mi tehdit edileceğim?"

"beni fazla hafife alıyorsun."

çatalımı yeniden masaya bırakıp, taeyong'un yüzüne doğru eğilerek konuşmaya devam ediyorum.
"öyleyse göster bana, neler yapabilirsin."

bu kadar, onu çok zorladığımın farkındayım. benimle romantik kahvaltısını edip yağmurlu manzarasını izlemek istiyordu ama sinirlerini bozmayı başardım. hareketsizce gözlerimi izleyip birden ayaklanıyor, bileğimi sıkıca kavrayıp içeriye girdiğinde biraz bile direnmiyorum çünkü biliyorum ki ondan korktuğumu fark ettiği an, kazandığı an olacak. kararlı adımlarla bodruma iniyor, paslanmış korkuluklar, tavandaki sarı florasanlar etrafı olduğundan çok daha ürkütücü gösteriyor ve kolumu kurtarmaya çalışıyorum.
izin vermiyor.

bir eliyle beni tutmaya çalışırken diğer eliyle de ceplerini karıştırıyor, çırpınıyorum ama nafile. ince, kemikli parmakları görünüşünün aksine hiç de zayıf değiller. anahtarı aramakla meşgulken boş durmayıp kolunu ısırdığımda suratıma inen tokat yüzünden sarsılıyorum.

my body is a cage - dotaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin