chapter five

500 66 65
                                    

banyo aynasında kendimi süzüyorum, dışarıya çıkıp o ahmağa kendimi göstermeden önce ciddi bir destek konuşmasına ihtiyacım var ama bilin bakalım ne eksik?
kesinlikle, yanımda bana destek olabilecek hiç kimse yok.
ellerimi lavaboya yaslayıp mırıldanıyorum,
"sorun yok doyoung, sen bunu halledebilirsin."

boynumdaki pembe chocker, gözlerimdeki simli farlar ve kahverengi peruğum bu dediğime kahkahalarla gülüyor. derin bir nefes alıp sabır dileniyor, yeni bir destek konuşması girişiminde bulunuyorum.
"tek yapman gereken dışarı çıkıp o ruh hastası pisliğin yanına gitmek ve sonra rahatça uyuya-"

konuşmam banyonun kapısına sertçe inen yumrukla kesildiğinde gözlerimi tavana kaldırıyorum. görünüşe göre birileri bensiz beş dakika bile dayanamıyor.
sabrım, eski sevgilisi olduğumu sanan pisliğin tekinin hayal dünyasını tatmin edebilmek için fazla zayıf olduğundan boğazım yırtılana dek haykırıyorum, "ne var?!"

cevap vermeden önce taeyong'un banyo kapısına sert bir yumruk daha geçirmesi gerekiyor.
"çık artık."

asla yarıştan kaçan birisi olmadım bu yüzden onu taklit ederek ben de kapıya vuruyorum,
"sabret biraz, çıkıyorum!"

ben bağırdıktan sonra ortama çöken derin sessizlik yüzünden endişelensem de aynaya dönüp yüzümü izlemeye devam ediyorum. etrafı kırıp dökmemek için lavaboyu sıkan ellerin titrerken tae'nin uzaklardan gelen sesi duyuluyor,  "şansını fazla zorluyorsun doyoung."

farkındayım ancak başka türlü davranmam mümkün değil. aynadaki aciz suratımı biraz daha izlersem ağlamaya başlayacağımı fark ederek lavabodan çıkıyorum, taeyong hâlâ yatağın üzerinde oturuyor. gözleri utanmamı ister gibi arsızca üzerimde geziniyor, buna karşılık ellerimi belime yerleştirip başımı dik tutmaya çalışıyorum.
"vay canına" diyor, "beni fazla beklettiğin için sinirleniyordum ama şimdi düşünüyorum da haklı sebeplerin varmış bebeğim."

sahte bir öksürükle yüzümü kapamaya ve ifademi gizlemeye çalışıyorum çünkü bakışları rahatsız edici olsa da utanıp sıkılarak ona istediğini vermeye niyetli değilim. taeyong ayağa kalkıp yanıma geliyor, etrafımda tur atmaya başladığında tedirgin oluyorum.
o tehlikeli birisi ve görüş açımdan çıkmış olması da tehdit altında hissettiriyor.
kollarını yavaş yavaş belime sarmaya başladığında ne yaptığını anlamaya çalışmıyorum bile, bu çabadan çoktan vazgeçtim. kulağıma yaklaştırdığı dudaklarını aralayıp fısıldayarak söylüyor,
"bu kadar güzel olman iyi değil, seni başka adamlardan korumam gerekecek."

rahatsız bir şekilde kıpırdanıyorum ancak kollarını biraz olsun kıpırdatmadan kulağımın dibinde konuşmaya devam ediyor.
"sen ve ben bu gece dışarıda biraz eğleneceğiz."

işte bunu duymak güzel.
taeyong'un beni dışarı çıkartıp kimseye yakalanmadan geri evine getirebileceğine inanabilecek kadar kibirli, kendinden emin olması çok hoş. gittiğimiz yerde mutlaka bizi görebilecek birileri olacağı ve türlü bahanelerle onu atlatıp yardım isteyebileceğim aklıma gelince keyifleniyorum. istemsizce yüzüme yayılan rahatlama ifadesi dikkatinden kaçmamış olacak ki belime sarılı kollar, bedenimi gittikçe daha sıkı kavramaya başlıyor.
"ne oldu sevgilim, yoksa seni dışarı götürüp öylece kaçmana izin vereceğimi mi düşündün?"

"h-hayır, ben..."

"sen ne?"

"hava alabileceğim için mutluydum."

"bak dan, artık benimsin ve seni asla bırakmam. bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musun?"

"lütfen, bak-"

"duymak istemiyorum. bu geceyi mahvetmene izin vermeyeceğim."

taeyong, belimdeki ellerini çekip kendi dolabına doğru ilerliyor.
kıyafet seçmeye çalışmasını izlerken güçsüz düşen bacaklarım titremeye başlıyor. ondan kaçamayacağım, kurtulamayacağım düşüncesi beni esir almaya başlarken mırıldanıyorum, "ben dışarıya gitmek istemiyorum."

my body is a cage - dotaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin