"İnsanın gözünü alamayacağı kadar."
Üstümü değiştirdikten sonra mutfağa gittim. Annem, muhtemelen ben gittikten sonra yaptığı yarım kalan tostunu bana ayırmıştı. Ben de onu yedim. Anneme belki biraz heyecanlı olduğumu belli ederek, biraz da etmeyerek ikide bir ne zaman çıkacağımızı, üstümdekilerin yakışıp yakışmadığını sordum. Tabii annem yakıştı dese de... Nihayet gitme vaktimiz gelmişti! Her saniye kalp atışım hızlanıyordu. Umut'a güzel görünmek için herşeyi yapabilirdim. Annem, "Apartman hemen yanımızdaki binada, terliklerini giysen yeter." Dese de dinlemedim. Çünkü orada Umut'un olduğunu biliyordum. Bu yüzden annemi dinlemeyip ayakkabılarımı giydim. Heyecandan yanaklarım kızarmıştı. ve yanıyordu. Normalde her gün olduğu gibi şuanda odamda resim çiziyor olurdum. Ama bugünlük resim çizmekten ne az ne çok güzel birşey yapacaktım. Annem son hazırlıklarını yapıp kapıyı kilitlerken ben de 5 senedir karşı komşumuz olan, gerçekten 'öz' teyzem imiş gibi hissettiren Nihâl teyzenin kapısını çaldım. Üç, dört saniye sonra kapıyı açtı. O da hazırdı. Annem "Hadi Nihâl, gidiyoruz biz." Dedi. Annecim, acaba neden bariz bir şekilde belli olan şeyleri tekrar söyleme gereği duyuyorsun? Nihâl teyze de, "Tamam, tamam çıktım ben!" dedi.
Kendi binamızdan çıkıp Umutların apartmanına doğru yürüdük. Zaten katlarımız aynı olduğu için tahminimce annem de sormamıştı kaçıncı katta olduklarını, zile basıp içeri girdik. Tabi ki kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, belki de annem bile duyuyordu kalbimin atış sesini. Binaya daha önceden annemin bazı tanıdıklarına götürmemi istediği yemekler olmuştu, o yüzden bir, iki kere girmiştim bu binaya. Yerler mermerdi, duvarlar da boyaydı. Binanın kendisi ne eski ne yeniydi ama içi dört ay kadar önce yenilenmişti.
İkinci katta oldukları için hemen vardık. Heyecanım azıcık azalmıştı. Kapıyı annesi açtı, arkadan da Umut'u gördüm. İlk kez karşılaşmışız gibi davranmaya çalışıyordum. Annem ve Nihâl teyze, Umut'un annesine sarıldı. Sıra bana gelince ben de sarıldım. Duyduğuma göre annesinin adı İpek'ti. Umut'a geldiğimde sadece elini sıktım. Hafiften bana gülümsedi, ben de ona. İpek abla bizi salona buyur etti. Nihâl teyze annemin yanına, annem koltuğun ortasına ve ben de annemin yanına oturdum. Ellerimi dizlerimin önünde topladım. Ellerim titriyordu biraz. Umut da kapının yanındaki koltuğun kol kısmına tek bacağını koyarak oturdu. Üstüne mor bir sweatshirt gitmişti. Altında da siyah bir eşofman vardı.
İpek abla, birkaç dakika Nihâl teyze ve annem ile konuştuktan sonra bana geçti. Umut bana gülerek bakıyordu. Annem onu farkedince kaşlarını çatarak anlamadan baktı. Umut da onu farkedince gülümsemesi soldu. İpek abla, bana kaç yaşında olduğumu sordu. 16 yaşında olduğumu söylediğimde, "Aa, öyle mi? Benim oğlumla aynı yaştaymışsın." dedi. Umut'a bakıp kafamı salladım ve gülümsedim. Umut da bana gülümsedi. Adımı falan söyledim, Umut'la okullarımızın aynı olduğunu öğrenince de çok şaşırdı. En az benim kadar... İpek abla samimi, eğlenceli birine benziyordu. Umut'a döndü. Sessizce kulağına birşeyler fısıldadı. Umut ona doğru eğildi, annesinin konuşması bitince kafasını sallayıp ayağa kalktı ve kapının önünde ellerini önünde bağlayarak konuşmaya başladı.
"İstersen odama gidip arkadaş olabiliriz." dedi gülerek. Söylediği cümle o kadar komikti ki, o an kahkaha atmamak için zor durdum.
"Olur." deyip anneme "gidiyorum" der gibi iki saniye kadar baktım. Ellerimi önümde bağlayıp yavaşça salondan çıktım. Umut bana bakarak gülümsedi. Ben de dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim. Umut önüme geçti ve ben de onu takip ettim. Odasına girdik ve birkaç santim bırakarak kapısını kapattı. Odası, benim odamdan göründüğünden daha güzeldi. Odasına genel olarak kırmızıydı. Duvarlar krem rengiydi, yatağı tek kişilik olsa da oldukça genişti. Yatak örtüsü kırmızı-siyahtı. Çalışma masası da aynı renklerdeydi. Bence en sevdiğim renkleri sormama gerek yoktu, çünkü az çok belliydi.
Ben yatağına oturdum, o da çalışma masasının yanındaki siyah sandalyeye yayılarak oturdu. Bir kaç saniye sonra, derin bir nefes alarak
"N'aber?" dedi bana. Dudak büzdüm.
"İyi, sen?" dedim.
"Ben de iyi."
"Tanışmak ister misin?" dedi. Güldük.
"Biraz daha tanışabiliriz." Dedim.
"Sormak istediğin bir şey var mı?" dedi.
"Ben şuan çok heyecanlıyım. Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Konuştuğum şeylerin bile düzgün olup olmaması hakkında şüphe duyuyorum."
"Neden heyecanlısın, ben de insanım. Gerek yok heyecanlanmana." diyip sandalyesinde öne doğru eğildi. "Yani ben de heyecanlanmadım değil. İnsanın karşısına böyle bir güzellik çıkınca heyecanlanmamak biraz zor..." dedi. Yana doğru bakıp sırıttı. Bana mı demişti bunları? Kafamı çevirmeden etrafıma bakındım. Kaşlarımı çattım. "Sanırım odada başka biri var." Dedim ve kendi kendime güldüm. Bana öyle bir bakış attı ki, müdür beni odasına çağırdığında bu kadar korkmamıştım. Yüzümdeki gülüşüm kayboldu. "Bana mı dedin? Yok ya, ben miyim güzel? Bu kadar çabuk söylemezdin. Sevineyim diye söylemişsindir." dedim. Çok mu salaktım? Fazlasıyla. O an Umut'un yerinde olsam kendimi döverdim. Umut birden arkasına yaslanıp gülmeye başladı. Anlamadığım için ben de kendi kendime gülümsedim.
"Evet, Nil... Evet. Sana dedim. Çünkü çok güzelsin. İnsanın gözünü alamayacağı kadar."
İnsanın gözünü alamayacağı kadar.
İnsanın gözünü alamayacağı kadar.
Cümle kafamda tekrarlanıp duruyordu. Cidden o kadar güzel miydim? Bir insandan özellikle de bir erkekten bu tarz bir cümle duymayı asla beklemezdim. Bana göre bu cümleyi bir erkekten duymak dışarıda sevdiğim bir ünlüye rastlamaktan daha olanaksızdı. Hem de bu kadar erken söylemesi, asla inanamayacağım bir olaydı.
"Teşekkür ederim. Şey... Kusura bakma ama, bana karşı bu tarz bir cümlenin söylendiğini ilk kez duyuyorum. Biraz şaşırdım." Dedim biraz kekeleyerek.
"Önemli değil... Doğruları söylüyorum." Diyip güldü. O sırada annesi kapıyı tıklayıp içeri girdi.
"N'apıyorsunuz yeni arkadaşlar?" dedi. Birbirimize bakarak hafifçe bir gülümseme sergiledik.
"Hiç, öyle konuştuk falan, ortak yönlerimizden bahsettik." Dedi Umut.
"Oo, iyi iyi konuşun. İsterseniz yemeklerinizi burada yiyin. İster misiniz?" dedi İpek Abla. Dudaklarımı büzdüm. Umut lafa girdi.
"Olur. Ben yerim, sen?" diyip bana döndü. Kafamı salladım.
"Tamam, ben de yerim." dedim. İpek abla başını salladı. "İçecek bir şeyler ister misiniz?" diye sordu. "Gazoz, çay, meyve suyu..."
"Ben gazoz alırım." dedim. Umut da aynısından istedi. İpek abla kafasını sallayıp odadan çıktı.
İpek abla gelene kadar biraz daha konuştuk. Yaklaşık dört, beş dakika sonra odaya elinde tepsiyle girdi. Umut, annesinin elinden tepsiyi alıp çalışma masasının üstüne koydu ve tabaklardan bir tanesini alıp bana verdi. İpek ablaya teşekkür ettik ve gitti.
Tabağın içinde oldukça lezzetli görünen sarma, içli köfte, ıslak kek ve tuzlu kurabiye vardı. Sarmalardan birini yavaşça ağzıma attım. En az göründüğü kadar lezzetliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Farklı Bir Dünya
Любовные романы"Resim çizmek, gökyüzü ve sen... Bu dünyada şu üçünden başka daha güzel ne olabilir ki?"