Giriş
Resim çizmek bambaşkaydı benim için. Sanki resim çizerken dünyadan, evrende olmayan bir gezegene ışınlanıyordum. Hayatımın bir parçası olmuştu. Boya kalemleri, tuvaller, şövaleler, fırçalar, sulu boyalar... Kısacası resim çizebileceğim her yer benim için bambaşka bir yerdi. Bir gün içinde resim çizmediğimde kendime zarar vermiş gibi hissediyordum.Ben Nil Alkan, ve bu da resim sayesinde hayatımda nelerin değiştiğini anlatan hikâyem.
1. BÖLÜM
Hani her insanın hayatında olmazsa olmaz bir şey vardır ya... Benim de vardı: Resim çizmek. 16 senelik hayatımı resme adamıştım. Resim çizerken kendimi buluyordum. Küçükken duvarlara, yatak örtülerine, koltuklara bile resim çizip bir şeyler karalıyordum. Resim çizmek olmasa hayatımın rayından çıkmış bir tren olarak ilerleyeceğini biliyordum, aklıma geldikçe de resmen boğuluyor gibi hissediyordum.
Yine resimlerimin dünyasında olduğum bir güne uyanmıştım. Odamın içerisine güneşin ışıkları vuruyor, ben ise tuvalime ruh hâlimi yansıtan bir şeyler çiziyordum. Bu gün hafta sonuydu. Kahvaltı yapmak haricinde bugün odamdan çıkmayı düşünmüyordum. Sadece resim çizecektim.
Resmim bitmek üzereydi ki, annem kapıyı tıklayıp içeri geldi ve kahvaltının hazır olduğunu söyledi. Hemen mutfağa gittim, annem masayı hazırlamamıştı ve ben de o sırada pencereden bakıyordum. Ben pencereden baktığım an, bir tane nakliyat arabası geldi. Onun arkasından da siyah bir araba... Arabanın arka kapısından uzun boylu ama benim yaşlarımda olduğunu düşündüğüm lüle saçlı bir erkek indi. Yukarıya, hatta bana baktığını fark ettiğimde hemen tülü çektim.
"Nil, neye bakıyorsun?" dedi annem birden bire. Pencereye sırtımı dönüp yere bakarak, "Şey, aşağıya bir nakliyat arabası geldi de sanırım yeni biri taşınıyor buralara." dedim ve gözümü anneme çevirip zorla gülümsedim. "Yan binamızda satılık bir daire vardı, oraya gelmişlerdir." dedi annem. Bir kaç saniye halıya odaklanarak düşündüm.
"Hadi, al tabağını da otur masaya." dedi.
Masaya oturdum, yemeğimi yerken nedense aklıma aşağıda gördüğüm çocuk geldi.
Kahvaltımı yedim, odama dönüp resmimi çizmeye devam ettim. Saat dört buçuk gibi annem markete gitmemi ve nişasta, bisküvi ve krem şanti almamı istedi. Hazır dışarı çıkmışken guaj boya da alırım diye cüzdanımı da yanıma aldım.
Tam marketin kapısının önüne geldim ki, aşağıda gördüğüm çocuk kapıdan içeri girdi! Bu da bir tesadüf olamazdı... Hızlıca reyonların arasından geçip gördüğüm kadarıyla abur-cuburların olduğu reyona gitti. Bir kaç çeşit çikolata falan aldı. Ben de, sanki oradan bir şey alacakmışım gibi oralarda dolandım. Gözü bir an bana döndüğünde normal biriymişim gibi -ki zaten öyleyim - bana baktı. Sanırım camdan baktığında beni tam olarak farketmemişti...
Nişasta, bisküvi ve krem şantiyi de aldıktan sonra kasanın önüne geldim ve o da tam önümdeydi. Nasıl olabiliyordu ki? Bir kaç saniye beklendikten sonra sıra ona geldi ve cebinden hızlıca poşeti çıkarıp aynı hızda aldıklarını poşete koydu. Ben, yüzüne utandığımdan dolayı pek fazla bakamadım. Kasaya koyduğum yiyeceklere baktım. Fişini ve bir kaç kuruş para üstünü de alıp yine aynı hızda marketten çıktı.
Bana sıra gelince ben de ödememi yapıp yanımda getirdiğim poşete eşyaları doldurdum. Para üstümü ve fişimi alıp marketten çıktım ve kırtasiyeye girdim. Çok şükür burada karşılaşmamıştık... Demek isterdim. Şu an yaşadığım tam olarak bana evrenin oyunuydu! Boyaların bulunduğu reyona geldiğimde neyse ki burada değildi. Evet, bu sefer cidden burada değildi.
Bir kaç renk boya aldıktan sonra kasanın oraya gittim. Kasadaki adam boyaları poşete koyup hesaplarken ben de çaktırmadan arkama bakıyordum. O gelene kadar paramı ödeyip dükkândan çıktım. Eve doğru normal bir hızla yürüyordum. Sokağa döndüğümde yanımdan geçiverdi. Girdiği binaya baktım, annemin bahsettiği yani yanımızdaki apartmana girdi. O apartmanda bir tane satılık daire vardı, muhtemelen oraya taşınmışlardı ama daha taşındıkları gün kırtasiyede ne işi olurdu ki? Neyse, daha hayatımda bir kez bile konuşmadığım insanı merak edecek değildim. Binaya girip merdivenlerden çıktım. Kapıyı kendi anahtarımla açıp içeri girdim. Mutfağa girdim, market poşetini tezgâha bırakıp odama gittim. Yatağımın yanındaki pencere benim harika şansıma uyarak onların binasına bakıyordu ve muhtemelen onların evine bakıyordu çünkü görünen penceredeki oda tamamen boştu. İçeriye güneş yansıdığı için içeriyi göremiyordum. Azıcık göründüğü kadarıyla içeriye iki tane adam girmişti ve eşyaları yerleştiriyorlardı.
Daha onunla bir kelime bile konuşmamıştım, ama neden bu kadar onu düşünüyordum? Kendimi bazı zamanlar hiç anlamıyordum. Aynı okulda olma ihtimalimiz çok düşüktü çünkü ben güzel sanatlar lisesine gidiyordum. Onun da resim aşığı falan olacağı kadar şanslı değilimdir... Yani, muhtemelen öyle.
Bir şeyler karalayıp tuvalleri yerlere attım, boya kutuları bitirdim, yerimden hiç kalkmadan saatlerce resim çizdim. Saati bile farketmemiştim. Yediye on vardı. Odanın çok havasız olduğunu düşünüp camı açmaya karar verdim. O karşı binadaki çocuğu bile unutmuştum. Hava kararmaya başladığı için ışıkları yakmışlardı, kötü bir haberim vardı ki içeride gördüğüm eşyalar kadarıyla sanırım orası, onun odasıydı. Yanına bir an bir kadın geldi, muhtemelen annesiydi. Yanlış anlayacağını düşünerek her an gözümü ayırmadan da bakmak da istemiyordum. Bu yüzden sanki başka yerlere bakıyor gibi de yapıyordum. Ama bu işlerde pek iyi olmadığım için, biraz çaktırmış olabilirdim...
Belki bir gün benim için iyi bir sebep olacaktı ama şu anlık bunları arka arkaya nasıl yaşadığıma asla ama asla inanamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Farklı Bir Dünya
Storie d'amore"Resim çizmek, gökyüzü ve sen... Bu dünyada şu üçünden başka daha güzel ne olabilir ki?"