II- Nişan Ve Ayrılık

7 1 1
                                    




    Sesler artık uğultulu şekilde kulağıma gelriken mutfakta kendime bir sandalye çekip oturdum. Şarap olduğunu fark ettiğim kadehe uzanıp büyük birkaç yudum da bitirdim kadehi. Boğazım da kalan acımsı tat yüzümü buruşturmama neden oldu. Sağ elimin dördüncü parmağım da ki metal parçası yabancı bir histi. Şuan benim çok mutlu olmam gereken sahnede değil miydik? Ters giden bir şeyler olduğu barizdi, yoksa içimde ki keyifsizliğin ne gibi bir açıklaması olabilirdi ki? Topuk seslerini duymamla birlikte gelene baktım. Ecem elin de ki boş bardak ile birlikte dalgınca mutfağa giriyordu. Şuan beni fark etmemişti. Epey dalgındı demek ki. Zaten son birkaç gündür solgun da duruyordu. Bunun nedenini henüz çözebilmiş değildim. Tezgahtaki içi dolu olan kadehlerden birini alırken arkası bana dönük ve halen orada olduğumu farkında değildi. Birkaç saniye içeriisn de aynı benim gibi tüm kadehi bitirip sertçe tezgaha bıraktı. İkimizden de çıt çıkmıyordu. Birkaç saniye sonra Ecem'in ufak hıçkırığı mutfakta ki sessizliğimi bıçak gibi bozdu. Bu sessizliği bozmak bana düşüyordu.

"Sen ağlıyor musun?"

Ecem hızlıca arkasını dönüp sesimin geldiği yere baktığın da hızlıca ellerini gözlerine götürdü.

"Siz de mi buradaydınız fark etmedim sizi pardon." Bariz şekilde ağlıyordu. Hafifçe akan rimelini elleri ile temizlerken bakışlarımı kaçırdım ondan.

"Akmayan rimeli bu yüzden üretiyorlar. Ben kullanıyorum sana da tavsiye ederim." Amacım benim onu ağlarken gördüğüm için gerilmesini engellemekti. Ama bir yandan da haklıydım. Genelde aile yemeği adı altında ki toplantımız da akmayan rimel kullanmak bağımlılığım gibi bir şey olmuştu. Ağlayınca pek akmıyordu hem. Özetle, sevdiğim bir üründü. Ecem karşımda ki sandalyeyi çekip oturdu. Elinde ki iki kadehten birini önüme iterken gülümsedi, ama mutluluktan kesinlikle değildi. Tıpkı bneim de yanıt olarak sunduğum gülümseme gibi.

"Anneniz az sonra sizi aramaya başlar. Gerçi tüm gazeteci arkadaşlara poz verdiniz kaldı mı vermediğiniz?"

Şarabımı yudumlarken kıkırdadım. Bakışlarım ise, kadehteydi. "Beş albümlük poz verdim diye düşünüyorum. Nişandan hatırladığım tek şey parmağıma takılan yüzük ve fotoğraf çekimi."

Elimde ki alyansa kaydı gözlerim. Asla rahat değildi. Nasıl alışacaktım parmağım da ki varlığına? Kadehten bir yudum daha alarak masaya bıraktım. Sağ elimde ki yüzüğü çıkarıp halkayı inceledim.

"Tunç'da romantiklik sıfır. En azından içerisine tarih ya da isim yazdırabilirdi. Gerçi, evlenme teklif ettiği yüzüğü annem seçmişti. Ne bekliyorsam sanki."

Hafiften zihnim uyuşmaya başlıyordu. İçtiğim kaçıncı kadehti hatırlamıyordum ama epey olmuştu. Yoksa bu gece katlanılabilir gibi değildi.

"Mutlu görünmeniz gerekmez mi sizin?"

Ecem'in sorusu ile kahkaha attım. Deliriyor muydum ne?

"İnan ben de bunu sorguluyorum Ecem."

Bir dakika boş boş biten kadehlerimizi izledik birlikte sonra Ecem'in dudaklarından ansızın dökülen soru, uyuşan zihnimi bir an da canlandırdı.

"Tunç beye ne kadar güveniyorsunuz?"

"Güvenmemem mi gerek?" Omuzları dikleşmişti bir anda. Şimdi neden böyle bir soru soruyordu ki asistanım?

"Şüpheleriniz var." Kaşlarım çatıldı. Ecem'in sadete gelmesi için elimi salladım devam et dercesine.

"Duygu eksikliğiniz var."

B E G O N V İ L- Bodrum Çiçeğim Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin