Siyah elbisemi düzelttim ve aynadan kendime baktım. Güzel, siyah bir elbise ve bana bir şekilde Siyah Kuğu isimli eski dansı hatırlatan siyah ayakkabılar giyiyordum; gümüş rengi bir göz makyajı yapmıştım, ruj ve siyah ojeler sürmüştüm ve Olive ve benim eşleşen yüzüklerimizi takmıştım. Çok süslü, biliyorum. Olive her zaman bana moda tasarımcısı ya da model olmak istediğini anlatırdı. Bunda gerçekten çok iyiydi. Giydiğim elbiseyi o tasarlamıştı. Her zaman bebeksiydi ama aynı zamanda çok da güzeldi; sarı saçlar, mavi gözler, pürüzsüz bir ten. Erkekler sürekli onu elde etmeye çalışırdı ama o hiçbir zaman erkeklerin bunu yapmaya çalışırkenki saçma yollarına kanmazdı.
Yere bakarak merdivenleri indim ve tüm arkadaşlarımı koltukta oturup gülüşürken gördüm, beni fark ettiklerinde gülüşler durdu.
"Harika görünüyorsun, Eden." diye belirtti Anna ve Izzy başını sallayarak onu onayladı.
"Saat kaçta geri dönersin?" Oliver oturduğu kırmızı koltuktan kalkarken sordu.
"Um, bilmiyorum. Geç, muhtemelen, saat şimdiden 6.00." Gözlerimi zeminden kaldırmadan yanıtladım.
"Kalıp geri dönmeni bekleyeyim?" dedi Oliver zayıfça gülümseyerek.
"Bunu yapmak zorunda değilsin." dedim bu sefer zemine değil kıyafetlerine bakarak. Okul süveterini ya da cübbesini giymemişti, sadece gömleğini, kravatını ve ayakkabılarını giymişti.
"Ah, ama bekleyeceğim." dedi ve gülümsedi.
Gitmeden önce Anna ve Izzy bana sarıldılar.
"Ünlü Fransız arkadaşımızla tekrar buluşana kadar." dedi Fred ve George.
"Sonsuza kadar gitmiyorum!" dedim azıcık gülümseyerek.
"O zaman neden buradayız, Freddie?" dedi George kolunu ikizinin omzuna atarken.
"Aslında gerçekten bilmiyorum, Georgie." dedi Fred George'un omzundaki koluna küçük bir fiske atarak. Aniden, ikisi de ortadan kayboldular.
-
Anahtarı kullanmamdan sonra ayaklarımın üstüne indim ve çevreme bakındım. Beauxbatons şatosuna yalnızca beş dakika yürüme mesafesinde olan sahaya inmiştim. Uzakta, eskiden arkadaşlarımla vakit geçirdiğimiz söğüt ağacı vardı. Yaklaştıkça ağacın etrafını saran peri ışıklarını gördüm. Orada durdum ve herkesin, eski en yakın arkadaşlarımın buraya yetişmesini bekledim: Ellie, Amy ve Kathryn. Birbirimize doğru koştuk ve o aptalca filmlerde yaptıkları gibi kucaklaştık.
"Seni çok özledik!" diye bağırdı Amy.
"Ben de hepinizi çok özledim!" dedim yüzümde büyük bir gülümsemeyle. "Olive'e ne oldu sizce?" dedim bakışlarımı yere indirerek.
"Henüz bilmiyoruz, ama öğrendiğimizde sana yazacağız." dedi Kathryn omzuma elini koyup.
Ellie "Bu Olive'in elbisesi miydi?" diye sordu Olive'in elbiseye işlediği detayları hayranlıkla incelerken. Başımı salladım ve gülümsediler.
"Aman Tanrım, Nathan'ın kiminle çıktığına inanamayacaksın!" diye bağırdı Kathryn. Şükürler olsun ki etrafta kimse yoktu.
"Kiminle?" Nathan'ın biriyle çıktığını bilmiyordum. Yani, bilemezdim. Çünkü bana hiç yazmamıştı. Sanırım, her şeyden sonra benden hiçbir zaman tam anlamıyla hoşlanmamıştı. Pekala, açıkçası bana yaşattıklarından sonra düşünüyordum da kesinlikle hoşlanmamıştı.
"Fleur Delacour." dedi Amy kollarını kavuşturup gözlerini devirerek. Vay canına, Fleur! Onun benim arkadaşım olduğunu sanıyordum. Yani hiçbir zaman en yakın arkadaşlar olmamıştık ama birbirimizden nefret ettiğimiz de söylenemezdi.
Sonunda insanlar gelmeye başladılar: Profesörler -beni gördüklerine memnun olmuş görünüyorlardı-, öğrenciler -onlar da memnun görünüyorlardı, hepsi değil tabii-, Olive'in ailesi ve okul müdiresi.
"Görüyorum ki hala çubuk kadar zayıfsın." Tanıdık bir sesin bana seslendiğini duydum. Arkamı döndüm ve Nathan'la kolunun altındaki Fleur'ü gördüm.
"Görüyorum ki sen de hala yolsuz, manipülatif ve hiçbir şey bilmeyen küçük aptalın tekisin." dedim onu baştan aşağı pis bir bakışla süzerek. "Çok umutlanma Fleur. Seni ruhsal olarak sömürecek, bununla ilgili bir geçmişi var." Fleur'a gülümsedim ve diğer kızların yanına oturmak için ilerledim.
Bir süre ve birkaç gözyaşından sonra, benim adım anons edildi. Müziğin başladığını duydum, mikrofona doğru yürüdüm ve şarkıyı söylemeye başladım.
"Seni tanırdım, ve bundan hoşlanırdım. Zihinen ve kalben içinin her bir yanına tanıdıktım. Oh, ne düşündüğünü sadece bir bakışla bile anlardım. Sırlarını paylaştın, ben de benimkileri açtım. Sessizken bile huzurluydum, denemek zorunda bile kalmadım. Gülümsemeleri takas ettik, tavsiyeleri armağan. Evet, seni tanırdım, ve bundan hoşlanırdım."* Şarkıyı gözyaşları içinde bitirdim, insanların geri kalanları da ağlıyorlardı.
Bir sonraki okul müdiremizdi.
"Olive harika, yetenekli ve gelecek vadeden bir genç kızdı. Olanlar trajik ve bütün dualarım ailesi ile arkadaşlarının yanında. Şimdi izin verelim ki Ellie Dunn, Kathryn Abbers, Amy Wright ve Eden Sloan kürsüye gelip seçtikleri objeleri Olive'in anısına Olive'in mücevher kutusuna bıraksınlar." Müdire gözlerinde yaşlarla konuşmayı bitirdi. Ellie bana Olive ve bana ait olan eşleşen yüzüğü uzattı. Kendi elimdekine baktım ve Olive'inkini onun kutusuna bıraktım.
Ellie Olive ve kendisinin Noel'den bir fotoğrafını, Kathryn Olive'in son tasarımını çizdiği bir parça parşömeni ve Amy Olive'in tasarladığı elbiselerden birini giyen kendi fotoğrafını bıraktı.
-
"Kaymakbirası şişeleri." Parolayı yavaşça, hatırlamaya çalışarak mırıldandım. İçeri girdim ve ateşin karşısında yere oturmuş, parşömene bir şeyler karalayan bir silüet gördüm.
"Merhaba?" dedim silüete yaklaşarak. Ardından bunun Oliver olduğunu fark ettim. Gerçekten beklemişti.
"Selam, bahçe." dedi kalkıp bana doğru yürürken.
"Neden hala buradasın? Saat 12.30!" dedim ona oyuncu bir şekilde vurarak.
"Sana söz vermiştim ve Oliver Wood hiçbir zaman sözlerini bozmaz." Oh, gerçekten mi?
"Pekala, ben biraz dinlenmek için yatağa gidiyorum." dedim uzaklaşarak.
"Bekle, bir şeye ihtiyacın olursa beni bul." dedi Oliver gülümseyerek.
"Tamam." dedim gülerek.
"Söz mü?" diye sordu tek kaşını kaldırarak.
"Söz."
Bana sarıldı ve yukarı, kendi yatakhanesine çıktı.
Bekle.
NE?
Kendi yatakhaneme çıkarken tuhaf bir sebepten dolayı kızardım.
"Neden kızarmışsın, genç hanım?" diye sordu Anna.
"Neden, neden, neden, neden?" diye bağırdı Izzy.
"Sebebi yok." dedim üstümü değiştirip yatağa girerken. "Birinden hoşlanıp hoşlanmadığınızı nasıl anlarsınız?" diye ekledim kendimi Annaizzy kaplanı demekten hoşlandığım ekibin saldırısına uğramaya hazırlayarak.
"NE?" İkisi aynı anda seslerini yükselttiler.
-
*"I knew you once, and it was nice. I knew your brain and your heart all your insides, oh, i could tell just with a look, what you were thinking, that's all it took. You shared your secrets, and i shared mine. Silent was comfy, without having to try. We swapped our smiles, gifted advices. Yes, I knew you once, and it was nice." Eden'ın söylediği şarkının orijinali buydu, elimden geldiğince kafiyeli bir şekilde Türkçesine çevirmeye çalıştım.
son bölümü haziran'da atmışım🙀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
forest eyes | oliver wood
Fanfic"İnsanlar çok fazla 'hoşçakal' der, ama asla bunu ne zaman son kez söyleyeceğinizi bilemezsiniz." - Eden Sloan, Fransa doğumlu ve Beauxbatons'ta okuyordu, 3. yılında Hogwarts'a nakil oldu. Sonunda bir grup arkadaşla tanıştı; ve ilginç bir çocukla, O...