(Kimsenin böyle ğoş kocası yooooğğğ kiiii....sadece meenim vaaar. Çünkü o meeeniiim ğocaaaammm😍)
Gözlerimiz birbirini bulunca o gözlerindeki parıltı ile kanım gerçekten çekilmişti. Yerimden yavaşça kalkıp ona doğru ufak bir adım attım.
-Kimsin? Sen kimsin? Dedim. Gözlerini, benim aksime sakince kırpıştırıyordu. Hala penceremde oturuyordu.
-Konuşsana! Kimsin sen? Yhaaa! Dilin mi yok? Dilsiz misin sen? Hala konuşmuyordu. Yemin ederim kafayı yiyecektim. Neden konuşmuyordu bu herif! Biraz daha yaklaştım. Tam karşısındaydım. Baya yakındım. Onun da dudakları mosmordu. Tıpkı benim dudaklarımın bugün morarması gibi.
-Tamam. Sakinleşmeye çalışalım. Adını söyle. Sen...kimsin? Ne zamandandır evimdesin? Bana adını söyle. Senden şikayetçi olmam tamam mı? Dediğimde hala suratıma bakıp bir şey demiyordu. Sanırım zihinsel engelliydi. Ama hala evimde ne işi olduğunu ne olduğunu...beynim çalışma ve düşünme işlemini yitirmişti. Onun kolunu tutup pencerenin köşesinden çektim. İçeri geçti. Boyu da gayet uzundu. Kesin sevgilisi vardı. Bu kadar kusursuz bir erkeğin sevgilisinin olmaması ancak bir mucize olurdu. Onu içeri çektikten sonra pencereyi indirip kapattım. Pencerenin önüne geçip yere çömeldi ve başını kaldırıp Ay'a baktı. Kollarını pencerenin köşesine koydu. Hala izliyordu.
-Heeey! Nereden geldiğini ve kim olduğunu söyler misin? Dediğimde bana dönüp yine bön bön baktı. Bu halde polise gidip "Şu şahsın evini bulun" da diyemezdim. Tek kelime etmiyordu. Artık şokta değildim ve sinirlenmiştim. Dilsiz olduğunu düşünüyordum. Büyük ihtimalle konuşma engelliydi. Beden dili bilmiyordum. Ne yapayım diye düşünürken aklıma cazip bir fikir geldi. Konuşmamdan anlamayıp bana cevap vermiyorsa farklı bir yöntem deniyecektik. Masa lambamı açıp masaya kalem kağıt koydum. Arkamı dönüp tekrar "Hey" diyerek onu çağırdım. Ayağa kalkmış ve bana bakıyordu. Kolundan çekiştirip sandalyeye oturttum ve resim çizmeye başladım. Yürüyen bir çöp adam ve ona merakla bakan insanlar çizip nerden geldiğini, farklı olduğunu simgelemek istemiştim. Anlamış olacak ki kalemi elimden alıp kağıdın bir köşesine bir şeyler karaladı. Elini geri çektiğinde bunun bir dolunay olduğunu gördüm. Tekrar şoka uğramıştım. Ne saçmalıyordu? Sanırım beni anlamamıştı. Bu sefer konuşmayı bilip bilmediğini anlatan bir resim çizdim. Ağzı hareket eden bir çöp adam ve ona anlamayan bir suratla bakan birini çizdim. Tekrar bana döndü gözünü kapatıp başını sağa sola bilmiyorum anlamında salladı. Demek ki çizdiklerimi anlıyordu. Çizdiklerimi anlıyorsa bu çocuk nereden geliyordu? Gerçekten o ışık onu aydan buraya mı getirmişti? Bir süre durup düşündüm. Ellerimi masaya koyup düşündüm. Bu sefer nasıl geldiğini sorduğum bir resim çizdim. Yine yürüyen bir adam ve soru işaretleri ile geldiği kapıya bakan birini çizdim. Bana baktı ve işaret parmağı ile masa lambasını göstermişti. Gerçekten aydan, o ışık aracılığıyla gelmişti. Donup kalmıştım. Soğuk soğuk terliyordum ve yavaştan yavaştan titriyordum. Bileğimdeki toka ile saçlarımı bağlama kararı alıp saçlarımı ellerimin arasında topladım. Tokayı saçlarıma dolayıp ellerimi belime geri indirdiğimde aniden ayağa kalktı. İrkilmiştim. Boynuma odaklanıp eli ile omzumu sıyırdı. Onu itecektim ama fark ettiğim şey dövmeme bakmasıydı. Parmakları ile dövmemin üstünü geziniyordu. Tamam. Artık bir şeyi kabullenmem gerekiyordu ki ben tuhaf bir işin içine girmiştim ve hiç bir şey normal değildi. Belki de delirmiştim. Anladığım kadarı ile bu çocuk dünyalı değildi. Aydan gelen biriydi. Konuşmayı bilmiyordu. Yani dilimizi bilmiyordu. Elini artık omzumdan çekip omzumu geri kapattım. Bana bön bön bakıyordu. Bizi anlatan bir resim daha çizdim. Dövmesi ile oynayan bir kız ve ardından gelen bir çocuğu çizdim. Bu sefer tekrar resme bakıp başını evet anlamında salladı. Anladım. Neden geldiğini soracak bir resim çizemesem de her şeyi öğrenmek istiyordum. Bu dövmenin ortaya ne zaman çıktığını, neden çıktığını, neden buraya geldiğini her şeyi öğrenmek istiyordum. O yüzden başka geceler de onu çağıracaktım. Ona dilimizi öğretmek zorundaydım. Neden yaptığımı bilmesem de vücudunu incelemeye başlamıştım. Onu kendi etrafında döndürüp döndürüp vücuduna iyice baktım. İkinci turdan sonra dönmemek için kendini zorla durdurup elimi indirdi. Gerçekten ben ne yapıyordum. Masaya geri oturup sayfanın arkasını çevirdi. Kalemi tekrar aldı. Yatakta uzanan iki kişiyi çizdi bir kalp çizip onları görünce ağlayan bir kız çizdi. Bir aldatılma söz konusuydu. Aldatılan kimdi? Ben mi? Ağlayan kızı gösterip sonra kendimi gösterdim. Başını evet anlamında aşağı yukarı salladı. İnanmalı mıydım? Hawon gerçekten beni aldatıyor muydu? Şimdilik inanıp inanmamak arasında kararsız olduğum için nört bakacak ve iki ihtimali de düşünecektim.
Gece olmuştu. Saat 2'ydi. Masadan kalkıp karın kısmımdan tişörtümü çekiştirdi. Yatağımın başına geldiğinde ne yaptığını kavramaya çalıştım. Yatakla uzun uzun bakıştı. Sonra tekrar pencereye dönüp Ay'ı inceledi. Ben de ona bakıp duruyordum. Pencereyi açtı ve tekrar bana döndü. Bileğimden tutup beni pencerenin önüne çekti. Ben de Ay'a baktım. İyice arkama sokuldu. Elini gözlerimin önüne koydu. Sonra gözlerimi tamamen kapattı. Sanki beni kollarının arasına da hapsetmişti. Gözlerim kapanınca yüzüme serin bir rüzgar esti. Diğer eliyle de boynumu kavrayınca kocaman yutkundum. Boynumu mu kıracaktı? Yapmamıştı. Yapmıyorduö bir süre daha öyle kaldıktan sonra gözlerimi açtı. Ay bana daha farklı görünüyordu. Daha önce gördüğümden daha parlaktı. Ona doğru dönüp yüzüne baktım. Hiç bir şey yapmaksızın bana bakıyordu. Direk aynanın karşısına geçtim. Boynundaki sembol daha da belirginleşmişti. Arkamı dönüp ona baktım. Şoka girmiştim. Bir kaç saniye bakıştıktan sonra gülmüştü. Gülüşü felaket derecede güzeldi. Gülüşü karşısında gülmemek imkansızdı. Ben de gülmeye başladım. Gidip yatağıma oturdum. Deliriyor muydum yoksa bir işe mi karışmıştım bilmiyorum. Ama her şeyi çözümlemek için biraz zaman gerektiğine inanan biriydim. O yüzden zamanla öğrenecektim. Yatağıma uzanıp gülmeme o şekilde devam ettim. Eğilip zaten en başında uyumak için açtığım battaniyeyi üstüme örttü. Sonra yanıma çöküp başımda durdu. Anlamasa da konuşmak istiyordum. Konuşmam gerektiğini hissetmiştim.
-Nerden geliyorsun? Kimsin? Bu vücudumdaki tuhaf simge nerden geldi? Evin Ay mı? Dünyaya geleceksen neden bana geldin? Aklımda binlerce soru var. Hepsini seninle yeneceğiz. Açıklayacağız. İsmin...ismini bile bilmiyorum. İsmin var mı yok mu belli değil! Çok sinir bozucu. Ama eğer dünyalı değilsen de sana buradaki dünyada sanırım ben sahip çıkmalıyım. Tuhaf...çok yakışıklısın. Ve...bildiğin bir şeylerde var gibi duruyor. Ay'dan beni mi izliyorsun bilmiyorum. Söylediğine göreeee...Sung Hawon beni aldatıyor. Ama buna inanmalı mıyım? Sanırım inanmalıyım. Çünkü sevgilimin olduğunu bile bilmeden aldatıldığımı söyledin. Demek ki Ay'dan beni izliyorsun. Acaba...insan mısın? Elini kesersek kan çıkar mı? Çok merak ettim. Dedim ve yatağımda kolumdan destek alarak dikleştim. Bir anlığına parmağını kesmek geçmişti aklımdan. Ama sonrasında hemen neden böyle saçma bir şey düşündüğümü sorgulayıp "Eheeey. Saçmalama Hye Mi" diye kendimi sesli bir şekilde azarlayıp yatağa geri attım kendimi.
Pek bir zaman geçmeden güçlükle gece saat 4'te uykuya yenik düşmüştüm. Sabah saat 8'de gözlerimi açtığımda direk elimi telefonuma attım. Telefona ulaştım ama yere düşen şey ile irkilip hemen yere baktım. Hoş bir kolye vardı. Ucunda dövmemdeki gibi bir ay işareti vardı. O bırakmış olmalıydı. Harbiden neredeydi? Kolyeyi elime aldıktan sonra odaya bir göz attım. Yoktu. Sanırım gerçekten aydan geliyordu ve sabah olunca evine geri dönmüştü. Kolyeyi takıp takmamakta kararsız olsam da yatağımda oturup kolyeyi boynuma taktım. Kararlıydım. Onu bırakamayacaktım. İçimden bir ses onunla iletişimi kesmememi söylüyordu. Belki de dün gece aldatıldığımı söylediği için daha çok ilgimi çekmişti. Kolyeyi boynuma taktıktan sonra telefonuma bir bildirim gelmişti. Ekranın kilidini açıp mesajıma baktım.
Sevgilim❤: Hye Mi. İyi misin? Biz bugün yemeğe gidecez. Woobin babaannesinin yanına gidecek. Bize katılacak mısın?
Ben: Hayır. Bugün işim var. Siz gidin. Size katılamayacağım. İyi eğlenceler.
Cevabım net olarak "Hayır"dı. Çünkü bugün birine dil öğretmek için en iyi yöntemi araştırıp ona hazırlık yapacaktım. Bu gece onu yeniden çağıracaktım. Kalkıp saçlarımı açtıktan sonra havalanması için başımı sallaya sallaya savurduktan sonra aynanın karşısına geçip başımı eğdim ve saçlarımı ellerimin içine topladım. Başımı kaldırıp tokamı taktıktan sonra aynada yüzümü inceledim. Dudaklarımdaki morluk hala öyleydi. Geçmiyordu. Bunu umursayarak mutfağa gidip minik bir kahvaltı yaptım ve ortamı toparlayıp çalışma masama geri oturdum. Dün geceden çizdiğimiz resim kağıdı hala masamdaydı. Şimdi fark ettim de...resmi çok hoştu. Mükemmeldi...
Direk telefonu açıp biraz araştırma yaptım. Durumuma uygun bir dil öğretme tekniği yoktu. Ben tasarlayacaktım. Dün geceki resim tekniği ile masamdan hiç kalkmayarak gece 12'ye kadar çöp adamlarla 1000 tane resim çizip cümleleri anlatmaya çalıştım. Harfleri de ayrı bir kağıda yazdıktan sonra parmaklarımı tıklatıp derince bir nefes verdim. Sonunda bitmişti.
Şimdi sırada bana hediye edilen melekle buluşmak vardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~MOON'S SON~
Fantasy🌙Gecenin kahramanları bilinmezler. Ve bilinmeyen kahramanlar en güçlü olanlardır...