(Ah sen ne güzeeel ne güzeeeeel gülüyoooorsuuuun....😍)
Sabah gözümü açtıktan sonra yatakta iyice gerinerek kalktım ve mutfağa gittim. Yemeğimi yedikten sonra hazırlanıp evden çıktım. Sevgilimle görüşmek istiyordum. Ona hiç bir şey anlatamazdım. Şimdilik bu benim sırrım olarak kalacaktı. Sevgilimin evine gidip yedek anahtarla kapıyı açtıktan sonra evin içine bakındım. Uyanmamış gibiydi. Odasına gidip baktım. Evet...hala uyuyordu. Sanmıyordum. Bence o yoruluyordu. O?...O'nun ismi neydi? Yok muydu? Sanırım yoktu. Yatağına oturup elimle onu dürtükledim. Hemen gerine gerine uyanmıştı.
-Aigooo Kang Hye Mi Hanım. Uzun zamandır ortalıklarda görünmüyorsunuz.
-Evet. Biraz işim vardı. Ama hallettim. Sizin gününüz nasıl geçti?
-Eğlenceliydi. Klasik buluşmalarımız gibiydi. Özel bir şey yoktu.
-Bir gün de beraber gideriz. Woobin'den haberin var mı?
-Evet. Şimdi evde de...boynun. Dövme mi yaptırdın?
-Huh?
-Boynundaki ay çok hoş görünüyor. Dövme mi yaptırdın?
-Hmm..dün yaptım!
-Güzel olmuş. Dedi ve dövmemin üstünü öptü. Bu...sorun olur muydu? Gülümsedim ve saçlarını karıştırdım. Kalktım ve onu da kaldırdım. Kalktıktan sonra mutfağa geçtik. Yemek yedikten sonra Woobin ve Rommy'i de alıp kamp kurmaya gittik. Ani bir karar olmuştu. Aklıma gelen bazı sorular vardı ve bu gece kampta kalırsak nasıl soracaktım merak ediyordum. Dudağımı dişlerken elimin içine de kolyeyi almıştım. Şu an beni görüyordu. Büyük ihtimalle gelmezdi. Rahatlamaya çalışırken kaşlarım gittikçe daha da çatılmıştı. Ya unutur da boynumu kaşırsam.
Rommy:
-Hye Mi! İyi misin?-Huh? Evet. İyiyim!
Woobin:
-Bir sorun mu var kızlar?Rommy:
-Hayır. Yok. Dedikten sonra yola odaklandık.6 saat sonra kamp çadırını kurmayı bitirmiş ve takılmaya başlamıştık. Woobin ani hareketlerde bulununca ne olduğunu sorduk. Sinek olduğunu söyleyip ayağa kalktı. Sinek başımızda döne döne boynuma kondu. Ona vurup öldürdükten sonra boynumu temizlemek için ıslak mendille boynumu sildim. Islak mendili çöpe atarken gözlerim pörtlemişti. Simgem! Simgeme temas etmiştim. Çaktırmadan yerime geri oturdum. Hemen ardından bir baykuş geldi.
Hawon:
-Heol! Baykuş bu ışığa neden geldi ki? Genelde karanlık yerlerde takılırlar.-Evet. Öyle. Dedikten sonra gelip bacağıma kondu. Tüylerim diken diken olmuştu. Bu...ayın oğlu olabilir miydi? Sanmam. Zaten beni görüyordu. Gelmezdi. Bir süre kucağımda kaldıktan sonra kaçtı. Gözlerim pörtlemişti. Ne oldu az önce öyle?
Bir süre sonra uyuduk. Sabah en geç ben uyandım. Kalktıktan sonra lahvaltı yaptık. Burada daha fazla duramazdım.
-Hawon!
-Efendim?
-Gitmeyecek miyiz?
-Huh? Her zaman bir hafta kalırız ne oldu ki? Dedi ve ateşle ilgilenmeyi bıraktı. Kalkıp karşıma geçti ve bir tutam saçımı kulağımın arkasına tıkıştırdı.
-Şey...kendimi pek iyi hissetmiyorum.
-Hye mi? Bir sorun varsa söyleyebilirsin. Geçen gün dudağındaki morluk hala geçmedi. Geçrekten iyi misin?
-Şey evet iyiyim. Ama şu an burada rahat değilim.
Woobin:
-Hawon-ah! Böldüğüm için özür dilerim ama gitmem gerek. Büyük annem yine rahatsızlanmış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~MOON'S SON~
Fantasy🌙Gecenin kahramanları bilinmezler. Ve bilinmeyen kahramanlar en güçlü olanlardır...