Aylin kafayı yemek üzereydi. Suçluluk duyuyordu. Jaesoon'a aşık olduğunu biliyordu ama Art onu öperken öyle mutlu olmuştu ki... İçinde haz verici bir kıpırdanma olmuştu. Depresyonun eşiğindeydi. Kendini dünyanın en kötü insanı gibi hissediyordu. Duygularıyla yüzleşmek istemiyordu.
Günler süren bunalımdan sonra belki de en iyisinin evine dönmek olduğuna kanaat getirdi. Anne ve babasının evi...
Orası Aylin için dünyanın en huzur verici ve en güvenli yeriydi. Orada kimse Aylin'e zarar vermez, üzmezdi.
Fikir aklına düşer düşmez bir an bile beklemeden yerinden fırladı ve dolabından ufak bir bavul alıp eline geçen ilk şeyleri doldurdu. Üzerine bir pantolon ve basit bir tişört çekip sanki kovalanıyormuş gibi evden çıktı. Kimsenin onu görmesini istemiyordu. Çünkü biliyordu ki Art ya da Jae'yi görmek onu yolundan döndürecekti. İkisinden birinin ya da ikisinin tek bir bakışı tüm gardını indirecekti.
Asansörden inerken hemen bir taksi çağırdı. Beş dakika bekledikten sonra taksi geldi. Ve havaalanına gideceğini söyledi. Taksi gelirken uçak firmasından Kore'den Avrupa'ya ya da Türkiye'ye gidecek ilk uçağa bilet istedi. Şanslıydı ki iki saat sonra Seul - İstanbul uçağı vardı.
Yolda giderken de işyerine online bir istifa mektubu gönderdi. Emlak şirketini arayıp evden ayrıldığını bildirdi. Tüm izlerini silmek istiyordu. Sanki hiç Kore'ye gelmemiş, bunca şey yaşanmamış gibi.
Havalimanına geldiğinde gözleri dolu doluydu. Kontrol noktasına gözü takıldı. Pasaportunu ve biletini onaylatmak için sıraya girmesi gerekiyordu. Gözlerinden damla damla yaşlar akmaya başladı. Jaesoon ile ilk karşılaştığı yer...
Sonra çıkış kapısına döndü. Art ile ilk karşılaştığı yer...
Gözyaşlarına ufak hıçkırıklar da eklenmişti. Çevresindeki insanların kimi dikkat bile etmiyor kimisi de garip bakışlar atıyordu Aylin'e. Kalbi sanki eziliyormuş gibi hissetti.Uçağa binene kadar ağladı. Hatta uçak havalandıktan sonra dahi devam etti ağlaması. İki oğlanla da vedalaşmadan birden bire ortadan kayboluyordu. Yaptığı şeyin doğru olmadığını bilmek onu daha da üzüyordu.
Birkaç saat geçtikten sonra aklına annesi geldi. Ona haber vermeliydi geldiğini. Mesaj attı sadece çünkü ağlamaktan sesi kısılmıştı.
"Annişim ben şimdi uçaktayım. Yaklaşık 10 saate kadar İstanbul'dayım 😍😍"
Rol yapmakta ondan iyisi yoktu. Beş dakika önce hıçkırıklar içinde ağlarken sırf annesi üzüldüğünü anlamasın diye iyiymiş gibi yapmalıydı. Cevap vermeye mecalı yoktu. Telefonu kapattı. Ve geriye kalan tüm saatler boyunca sadece gözlerini bir yere dikip yolculuğun bitmesini bekledi.
Yolculuk bittiğinde babası ve annesi onu İstanbul Havaalanı'nda bekliyordu. Üçü birlikte arabalarına binip evlerinin yolunu tuttular. Aylin annesi ve babası mutsuz olduğunu anlamasın diye yüzündeki gülümsemesini de eksik etmemeye çalışıyordu. Ama gün bitip de odasına geçtiğinde sıcak duşun altına girip de kendini yatağına attığında gerçeklere geri dönüyordu.
Evine dönünce Seul'de olan herşeyi unutacağını sanmıştı ama işler hiç de öyle gitmiyordu. Her attığı adımda her çektiği nefeste Jae ve Art'ı hatırlıyordu. Bu hatırlama lanet olası gözyaşlarını harekete geçiriyordu.
Sonunda çocukluktan kalma bulut yastığına sarılıp ıslak yüzüyle uykuya teslim etti kendini. Rüyasında bile kalbindeki iki oğlan onu yanlız bırakmıyordu. Kocaman uçsuz bucaksız bir karahindiba tarlasında Jae'nin elini tutuyordu. Gözlerini manzaradan ayırıp tekrar elini tuttuğu adama döndüğünde birden Art'a dönüşüyordu. Sonra yine Jae, sonra yine Art...
Tüm bunlar olup biterken Art ve Jaesoon Aylin'in yokluğunu çoktan fark etmişlerdi. Art defalarca Aylin'i aramış evine gitmiş ama hiçbir şekilde ulaşamamıştı. İşin içinde bir bit yeniği olduğunu tahmin ediyordu. Hemen Jaesoon'la görüşmek üzere evine gitti.
Ona kapıyı açtı ve ikili ortadaki kanepede oturmaya başladılar. Jae biraz solgun görünüyordu. Art gelmeden önce içmişti belliydi. Üzerinde beyaz bir gömlek -dügmeleri yarıya kadar açılmış vardı. Kollarını direğine kadar sıyırmış, saçları karışmış...
Art bir anlığına karşısındaki adamı süzdü. Ve o bir anlık boşlukta neden orada olduğunu, neler olduğunu, karşısındaki adamın kim olduğunu hatta ve hatta kendinin kim olduğunu bile unutmuştu.
Jae hiçbir şeyin farkında olmadan içmeye devam ediyor, içtiği içki kafasına dikerken birkaç damla dudağının kenarından süzülüp boynuna akıyordu. Boynundan göğsüne oradan da düzgün ve yapılı karın kaslarına doğru süzülüyordu.
Art bir sıcaklama hissetti ve uzerindeki ceketi çıkardı. Bu sıcaklama yutkunmasına sebep oldu. Kalp atışları hızlanmıştı. Bu duyguyu ilk defa hissediyordu. İki oğlanın arasında mesafe yoktu. Aynı kanepede yan yanalardı. Zaten küçücük olan kanepe iki cüsseli adamı birbirine dip dibe sokmuştu.
Arthit kırk yıl düşünse yapmayacağı şeyi yaptı ve çevik bir hareketle karşısına tahrik edici bir biçimde duran adamı boynundan tutup kendine yapıştırdı. İşin garip kısmı Jaesoon da ona karşılık veriyordu. İkili birkaç dakika boyunca şehvetle birbirlerini öptüler.
• • •
Kendilerine gelmeleri birkaç saat sürdü. Art Jaesoon'a sert bir kahve yaptı. Kendisi de içmişti ama herşeyin farkındaydı. Suçluluk duygusu tümüyle kaplanmıştı. İkisi de gözlerini kaçırıyorlardı. Aylin'e olan aşkları birbirlerini fark etmlerine engel olmuştu.
Birbirlerinden gözlerini kaçırıp duruyorlardı. İkisi de tam ağzını açıp birşey söyleyecekken susuyorlardı. Kelimeler ağızlarında düğümleniyordu.
"Bunu isteyerek yaptım." dedi birden Art. Jae'nin gözleri kocaman olmuştu. Kendine itiraf edemediği şey Art'ın az önce öptüğü dudaklarından süzülüyordu.
"Yalan söylemeyeceğim. Sarhoştum, farkında değildim demeyeceğim. Bilerek oldu ve bana istediğin şeyi söyleyebilirsin. Konuşmayı kesebilirsin. Bir daha görmek istemeyebilirsin. Zaten sevdiğim insanlar beni tek tek bırakıp giderken seninki de pastanın üstündeki süs gibi birşey olurdu." Susmuyordu, uzun uzun anlatıyordu Art.
Jae işaret parmağını oğlanın dudaklarının üstüne koydu. Art bir an şoka uğramış bir şekilde kalakaldı.
"Sus artık. Birşey söyleme."
İkisi de susmuştu. Hislerinin ikisi de farkındaydı. Konuşmaya lüzum yoktu. Çünkü konuştukça işler sarpasaracaktı. Tepkisiz bir şekilde otururken Art birden oraya neden geldiğini hatırladı.
"Ah.. Jae önemli bir konumuz var. Aylin.. Aylin yok. Ulaşamıyorum ev, işyeri hiçbir yerde yok."
"Ne demek yok, neyden bahsediyorsun?"
"O gün olanlardan sonra... Yani sen gittikten sonra onu bir daha hiç görmedim."
İkisi de sessizleşti. Olanları hatırlamak ikisini de durgunlaştırdı. Aylin akıllarına geldi ve ona olan aşkları...
İkisi de aynı hisleri hissediyordu. Aynı anda birbirlerine karşı mükemmel bir çekim hissederken Aylin'e olan aşkları kalplerini kavuruyordu.Bir plan yapmaları lazımdı. Aylin'e ulaşmaları lazımdı. Çünkü üçü bir arada olmazsa hep eksik kalacaklardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜÇ KALP
RomanceBir kişi aynı anda pek çok kişiye aşık olabilir, her biri nedeniyle aynı şekilde acı çekebilir ve hiçbirini aldatamaz." - Gabriel García Márquez