Güçsüz insanlar ağlarken bağırıp, çağırır... Güçlüler ise sessizce ağlayan kimselerdir. Tıpkı kendi kabuğuna çekilircesine.
Oysaki kendi kabuğunla, kendi yalnızlığınla güçlüyken güçsüzleşirsin. Çünkü bu hayatta insan bir başka insana muhtaçtır...
Bir kimsenin sana ihtiyacı olduğu gibi sen de bir kimseye muhtaçsın. Yalnız ağlamaktan sıkılmadın mı?
___
Boş bir duvar.
Kimsesiz bir ev.
Ölen, yaralanan, kopan ve bırakılan bir sürü anı...
Tüm bu anılar şu an kimsesiz görünen evin içinde yatıyor. Tüm bu hatıralar bomboş duvarın önünde bırakılan yaralardan ibaret.
Yalnızlık ise buram buram kokuyor bu ahşap evin içinde. Tavanı hafif rutubetlenmiş, içindeki eşyalar beyaz bir örtüyle kaplamış, perdeleri güneş ışıkları girmeyecek şekilde kapatılmış, adeta bir tımarhanede yatarcasına delirmiş bu evde, yalnızlık kokuyor.
Benim yalnızlığım kokuyor. Benim kimsesizliğim, benim hiçliğim, benim rolüm kokuyor. Her şey benim... Rolüm yalnızlık.
Çerçevelerin sahte altın köşeleri parlıyor, içindeki gülen insanlar yok olmasına rağmen. Hala aynı duruyor evin düzeni, bozacak biri olmamasına rağmen.
Burası benim evimdi. Benim ve ailemin yuvası...
"Yaşamak istemiyorum..." diye mırıldandım titreyen parmaklarımla çerçeveyi kavrarken.
Bu evin asıl sahipleri, ahşap sahneyi terk etmişken benim gibi bir kukla niye duruyordu hala?
"Ölmek istiyorum..." diye mırıldandım bu sefer.
Ardından göz yaşlarım damla damla çerçevenin tozlu camına düştü. Kimsesizlikten tozlanan o çerçeve göz yaşlarımın düşmesinden sonra aydınlandı sanki...
İçindeki fotoğraf bir masal gibiydi. "Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde" diye başlayıp sonunu duyamadan uyuduğumuz bir masal gibiydi...
Sonu yoktu. Ya da vardı... Bazı acıtan sonlar gibi bu da acıtmıştı. Ve kabullenmek zordu. "Böylece sonsuza dek mutlu yaşadılar," kısmı olmayan bir son, son değildi.
"Kang Taehyun..."
Duymamak istiyordum adımı. Kimsesi olmayan bu evi, tüm benliğimle çevrelemek tekrar canlandırmak istiyordum. Gitmek istemiyordum...
"Taehyun. Gitmeliyiz evlat."
Göz yaşlarımı geri tepip çerçeveyi konsolun üstüne bıraktım yavaşça.
Koltukta oturan annem de benim gibi ağlıyordu. Şu an bana sarılmak istediğini biliyordum. Pamuk elleriyle saçlarımı okşamak istiyordu.
"Annem çok mutsuz." dedim annemin gözlerinin içine bakarken. "Annem ağlıyor, gidemeyiz."
Saçlarını her zamanki gibi dalgalandırmış ve omuzlarından aşağı bırakmıştı. Boynunda asla çıkarmadığı altın kelebek kolyesi vardı. Zayıfladığı için yanakları biraz daha göçmüştü...
"Anne kalkalım artık." dedim koltuğa doğru ilerlerken. "Gitmemiz gerekiyormuş."
Onun yanına oturdum ve kahve gözlerine bakarak biraz daha hüzünlendim.
"Taehyun-ah. Kalkmalısın evlat gitmeliyiz." dendi bu sefer.
Gülümsemeye çalışarak başımı salladım, "Anne hadi kalk."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REAL ROLE ▪︎ Kang Taehyun ✔
Fanfiction-tamamlandı- Gerçek sandığı her şeyin sahte olduğu, baştan beri aldatmacalarla dolu olan ahşap bir sahne gibiydi Taehyun'un kafatası... Neyin doğru olduğunu bilemediği amansız bir rüyanın içinde aylarca halüsinasyon gören ve bu sahneden kanatlanarak...