Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz. -Stefan Zweig
Ki bence önemli olan da ruhundaki hiçliği bastırmak...
___
Bir varmış bir yokmuş diye başlardı masallar annelerimizin çiçek dillerinde, dönüp dolaşır uyku olurdu gözlerimize. Ve gözlerimizi tekrar açtığımızda yanı başımızda olmazdı hiç kimse...
Kimisinin yüreğini yakardı bu yalnızlık, kimsesizlik. Kimisininse sesi olurdu, içinde kopan fırtınaların sesi misali. Bazıları alışırdı, zamana bırakırdı. Acıtırdı ama öldürmezdi. Geçerdi, giderdi, sadece dikiş izleri kalbinde kalırdı. Bazıları alışamazdı, kafayı yerdi, delirirdi. Bağırırdı sesini duyurmak için, bağırırdı olanlara inanmamak için. Yalnız kaldığında bağırırdı, sessizlik bedenine hâkim olmasın diye.
O ve ben, buyduk işte. Dikiş izleriyle yaşayan bendim, deliren de o. Açıklayamadığımız, anlatamadığımız, her seferinde hiçkimsesizlikle bir kez daha yüzümüze çarpan, ağır yaralanan iki gençtik.
Bazen sonbaharda, kendi dalından süzülerek yerle buluşan bir yapraktık. Kendi dalımız yoktu belki ama kendi benliğimizden süzülüp yere çakılmıştık. Gerçeklerle yüzleşmek isterken bir kez daha, bir kez daha derken güçsüzleşmiştik. O ve ben, aynı yolun yolcusuyduk. Tek farkımız, o kendini avutabiliyordu, ben ise dikişlerim patlayana dek zorluyordum, onun gibi olabilmek için. Onun gibi gerçekten uzak, gözlerimin önünde belli belirsiz annemi görmek istiyordum. Ama kalbime mıhlanmıştım.
Ara sıra gözlerim kapansa da, kanepenin üzerine uzanmış ve rahat bir uyku çeken Taehyun'dan gözlerimi ayıramıyordum. Tanışalı saatler olmuştu ama birbirimize yakın iki yabancı olduğumuzu bir kez daha anlamıştım. Sanki yıllardır yanı başımda olan, bana güç veren iç sesim gibiydi o. Kalbimin içindeki yaraların panzehriydi. Öte yandan da korkuyordum. İçimdeki yarayı deşmesinden ama buna inanmak istemiyordum. Benim gibi yaralı olan biri, bana yara deşemezdi. İki yaralı birbirini sarmalardı.
___
Gözlerimi araladığımda, hafif rutubetle kararmış tavanla karşı karşıya gelmiştim. Saatler öncesinde Taehyun'un yattığı ve rahat bir uyku çektiği kanepede ben vardım. Anlamayarak uzandığım yerden doğruldum ve dağılmış saçlarımı, parmaklarımı kullanarak tarak misali taradım.
Burnuma dolan leziz kokular ile kanepeden kalkıp bu güzel kokunun geldiği konuma doğru âdeta koştum. Mutfak kapısının önünde sabitlenince, başımı duvara doğru yaslayıp tezgahta yüzüne gözüne un bulaştırarak hamurla uğraşan Taehyun'u süzdüm. İstemsizce kıkırdayarak onu izlemeye devam ettim. O ise benden bihaberdi.
Burnunun ortasını kaplayan una doğru üfleyip kendi kendine şebeklik yaparken sesli kahkaha atmamak adına yanaklarımın içini ısırıyordum.
Bir süre sonra gözlerim tezgahın öbür ucundaki parşömen not defterine kaydı. Benim not defterimdi, yıllardır yanımda sakladığım, öğrendiğimde unutmamak için her şeyi harfi harfine içine işlediğim not defterim...
Sessizliğimi bozup boğazımı temizlermiş gibi yaptım. Benim çıkardığım gürültü ile unla kaplanmış yüzünü bana çevirdi ve utançla başını eğdi. Ona doğru adımlarken, "Ne yapıyorsun?" demiştim.
"Ah," diye geveleyip tezgahta büyük mücadele verdiği hamura baktı. "Elmalı tart!"
Gözlerimi kırpıştırıp ellerine yapışmış hamura baktım. "Ciddi misin?" diye sevinçle şakıdım. Elmalı tart, annemin en güzel yaptığı tatlıydı ve yıllardır yememiştim. Annem gibi elmalı tartı da özlüyordum ve beni tanımayan bu çocuk elmalı tart yapıyordu. Gülümseyerek bakışlarımı onun bakışlarına sabitledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REAL ROLE ▪︎ Kang Taehyun ✔
Fanfiction-tamamlandı- Gerçek sandığı her şeyin sahte olduğu, baştan beri aldatmacalarla dolu olan ahşap bir sahne gibiydi Taehyun'un kafatası... Neyin doğru olduğunu bilemediği amansız bir rüyanın içinde aylarca halüsinasyon gören ve bu sahneden kanatlanarak...