ANILAR

118 2 1
                                    

Gözü açıkken nasıl bir türlü göremez bir insan? Koşuyorum, görmeden. Nefes nefese, ter içinde kalmışım. Bir ses duyuyorum ve ona koşuyorum. Gözlerim açık ama bulanık, yok denecek kadar az görüyorum. Gözlerim yanıyor. Uzaklardan gelen sese koşuyorum. "Tutku" diyor beni çağırırcasına bu etkileyici ses. Diz kapaklarımın acıdığını hissediyorum fakat elimden bir şey gelmiyor. Şu yoklukta görebildiğim tek şey yeşil yapraklar ve diz kapaklarımdaki kan.
Nefes nefese uyandım, neyse ki gördüğüm rüyaymış. Ağladığımı farkettim. Gözyaşlarımı silerken banyoya yürüdüm. Tek başıma yaşamaya alışmak gerçekten zor olacak sanırım. Şimdiden kabuslar görmeye başladım. "Kendine gel Damla! Sen böyle güçsüz bir kız değilsin!" diye söylendim kendi kendime. Ilık bir duş almanın zihnimi rahatlatması umuduyla duşa girdim. Kahretsin! Zihnimi rahatlatayım derken daha da geçmişi kurcalamaya başladım. 2 sene önce yaşadıklarım tokat gibi çarptı yüzüme tekrar. 1 sene boyunca karşılıksız sevdiğim adamla nihayet birlikte oluyorum, o gidip beni dost bildiğim kızla aldatıyor, hemde ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi, ne kadar kırılacağımı düşünmeden. İroniye bak! Ben bu yaşadıklarım sayesinde depresyonun tam ortasındayken birde bakıyorum ki HAMİLEYİM! Karnımda o iğrenç herifin çocuğunu taşıdığım için, ona inandığım, aşık olduğum için kendime çok kızmıştım. En yakın arkadaşım Hande hep derdi "aşık olmak bizim elimizde olan bir şey değil, ona aşık olmakta senin suçun değil. Aslında bu yaşananlarda en masum insan sensin Damla, o pislik adam her şeyi mahvetti" diye. Ona bir süre sonra hak verdim. Ama hamileydim, peki ya şimdi ne yapacaktım?

******************
Suyun birden soğumasıyla irkilip anılardan kurtuldum ve hızla durulanıp duştan çıktım.
Eğitimin 2. Haftasındayım ve bugün bir konferansa katılacağım. Hemen üzerime şort ve askılı bir body geçirip mutfağa daldım, tahıllı mısır gevreği yapmak üzere süt ısıttım. Karnımı doyurduktan sonra saate baktım. "Kahretsin, saat 10 ve konferansa daha 5 saat var!" diye kendi kendime söylendim. Şu saat farkında bir türlü alışamıyorum. İnsanın yabancı bir şehirde tek başına olması gerçekten zor. Gerçi Londra benim için çokta yabancı bir şehir değil, çoğu kez tatillerde ailemle birlikte buraya geldiğimiz olmuştu. Vakit öldürmek için maillerimi kontrol etmeye karar verdim ve bilgisayarı açtım. "Sn. Damla Karayel" diye başlayan resmi maillere bakmak hiç içimden gelmediği için onları es geçtim.
Bingo! Londra'daki az ve öz arkadaşlarımdan birinden mesaj vardı! Başka bir haber beni bu kadar sevindiremezdi herhalde. Jane'in mesajını açtım, Londrada olduğumun haberini almıştı. Beni çok özlediğini ve en kısa zamanda görüşmek istediğini söylüyordu, ne zaman istersem arayabilirmişim. Bu kız gerçekten çok tatlı! Hemen telefona sarılıp Jane'i aradım.
-"Hey, Dannia! Nasılsın?" (Şu yabancılar bir türlü ismimi söyleyemezler, hep Dannia derler. Alıştım artık.)
-"İyiyim Jane, mesajını yeni gördüm napıyosun?"
-"Şimdi yürüyüşten geldim, vaktin varsa bir şeyler yapalım yine özlettin kendini!"
-"Ah Jane, bende seni çok özledim! Nerede buluşuyoruz?"
-"1 saate kadar Casa Tua Camden'de olurum"
-"Bana uyar, görüşürüz."
Hemen yukarı çıkıp giyecek bir şeyler baktım. Hava güneşliydi; kot şort, pembe askılı body ve üzerine salaş beyaz bir tişört giydim. Beyaz spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdim, dalgalı saçlarıma şekil verdim ve güneş gözlüğümü takıp evden çıktım.
Burada ayağımın altında bir arabam olduğu için kendimi o kadar şanslı hissediyorum ki! Baba harika bir şey, utanmasam arabamın arkasına "babam sağolsun" yazdıracağım.
15 dakika içinde Casa Tua Camden'deydim, içeri girer girmez Jane'i farkettim. üzerinde beyaz bileklerine kadar uzanan elbisesiyle ve sarı saçlarıyla etrafa enerji saçıyordu. Her zamanki gibi onu gamzelerinden tanıdım.

Jane ile buluşalı 1 buçuk saat olmuştu, uzun zamandır görüşmemenin verdiği özlemle çılgınlar gibi çene çalıp kahkaha attık, sonra konu nasıl oraya uzandı bilmiyorum ama 2 sene öncesinden bahsetmeye başladık.
Hamileydim, çaresizdim. bebeği aldırıp birde onun günahına girmek istemiyordum. Ama Nihat'ın bebeğini dünyaya getirmeyi gerçekten istemiyordum. En azından aldatılışımdan sonra. Bebeğin bir suçu yoktu evet, en büyük suç bizdeydi ama yinede kararsızdım. Birkaç yakın arkadaşım gidip Nihatla konuşmamı, gerekirse kendilerinin devreye gireceklerini söylediler ama böyle bir şeyi asla istemedim. Bunu gururuma yediremezdim ve o pisliğin karşısında bir kez daha küçük düşemezdim. Annem o zamanlar en büyük sırdaşımdı. Babamdan, akrabalardan, herkesten sakladı ve bana çok büyük destek oldu. Ben hep kendimi suçlarken o beni haklı gördü ve bebeği aldırma taraftarı olmadı. Bir şekilde çaresinin bulunacağını, bu bebeği doğurmam gerektiğini söyledi.
Bebekle duygusal bir bağ oluşturmadan çözüm yolu bulmak istiyordum, depresyondaydım ve antidepresan kullanıyordum. Beni bu ruh halimden kurtarmak için Hande ve annem iş birliği yapmışlar, üçümüz Londra'ya geldik. Uçaktayken kasıklarımda sancılar hissettim, gerçekten dayanılmaz bir acıydı, ilaç içtiğimde eğer geçmeseydi bütün uçağı ayağa kaldıracaktım. Londra'da 2 hafta kadar kalmayı planlıyorduk. Bu süre zarfında Hande ve Jane ile vakit geçirecektim, kafamı dağıtacaktım (!). Aramızda kural koyduk; uyumak dışında evde kalmak yok!
Bir öğleden sonra üçümüz alışveriş yaparken midemden karın boşluğuma yayılan sancılar hissettim. Kahkahalar atarken birden ifademin değişmesi kızları endişelendirdi. Kötü olduğumu söyledim, beni banklara oturttular. Jane su getirdi, nasıl da endişelenmişti. Handeden bahsetmiyorum bile rengi sapsarı kesilmişti, anneme ulaşmaya çalışıyordu. karın boşluğumdaki ağrı kasıklarıma yayıldı ve bacaklarımı hareket ettiremez oldum (o ağrıyı asla unutamam, ne zaman hatırlasam tüylerim diken diken olur).
Kızlar beni hastaneye yetiştirirken arka koltukta resmen istemediğim bebeğimin sağlığı için endişe eder oldum. "Lütfen ona bir şey olmasın diye sayıklıyordum. Hayır hayır, resmen ağlıyordum!
Hastaneye gittik, annemde gelmişti ve çok endişeliydi. Kadın doğum uzmanı ile konuşuyordu. Doktor hemen beni acil servise aldı, muayene etti. Yüz ifadesinden anlamıştım, bir şeyler ters gidiyordu!
"Bebeğim iyi mi, o yaşayacak mı?" diye sorduğumda "henüz hiçbir şey belli değil küçük hanım" demekle yetindi.
Bu da ne demek? Yaşatacaksınız onu! Onun hiçbir suçu yok, ölmesine izin veremem!
Doktor beş dakika sonra yanımdan ayrıldı, kapının önünde annemle konuşmalarını duydum.
"Küçük hanımın bebeği ile olan bağlantısı kopmak üzere. Yolunda gitmeyen bir şeyler var, bebeğin kalp atışları durmak üzere. Eğer anne karnında ölürse hanımefendi için hayati tehlike taşır. Bebeği almak zorundayız."
Kahretsin! Bu kadın dediğinin farkında mı?! Ne demek bebeği almak zorundayız? Alamazsınız, ben çocuğumu dünyaya getireceğim, babasızda olsa onu büyüteceğim bu durumu kabullenmek zorundayım. Bir şerefsizin düşüncesizliği yüzünden bir cana kıyılmasına izin veremem!
Doktor yanıma gelip aynı şeyleri bana da tekrar ettikten sonra ağlamaya başladım. "Lütfen bi çaresini bulup hayata döndürün onu, onun bir suçu yok, lütfen" diye doktora yalvardım.
Doktor, "Hayatında yolunda gitmeyen şeyler var, farkındayım ama bebeği almazsak sana zararı dokunacak. İkiniz açısından da kötü olacak. Ama eğer bebeği alırsak sen kurtulmuş olacaksın, ileride eğer sende istersen sağlıklı bir şekilde çocuk dünyaya getirebilirsin" dedikten sonra biraz daha kendime geldim.
Bir şekilde ikna oldum ve ağlaya ağlaya operasyona girdim. Böyle güçsüz olduğum için kendimi dövmek istiyordum, antidepresanlar bir işe yaramadığı için de onlara ayrı bir sövüyordum.

Jane'in "artık bunların bir önemi kalmamıştı, kendimize bir söz vermiştik dimi?" demesiyle dış dünyaya döndüm.

Derin SularHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin