7 - saat iki buçuk

159 23 10
                                    


Zamanın akmaya pek mecali kalmamış gibiydi. Chanyeol'u bir kabine fırlatarak sınıfa doğru ilerledim. Jongdae beni gördüğü anda evrenin mafyasına birkaç şey zırvalayarak peşimden koşmaya başlamıştı. İçimde hiçbir his yoktu ancak biraz daha orada kalsaydım eğer, her şeyi bırakıp kusabilirdim. İlham gelmişti evrenimin ahalisi, sadece ilham gelmişti.

Zaten biraz sonra her şeyi içime atmamı gerektiren o zil çalmıştı. Diğerleri bir anda sınıfa dolmaya başlamış, kimileri hala o fotoğraflar yüzünden benimle dalga geçerken kafamda kendimi öldürüp durmuştum. Ancak ne olursa olsun beynim bir şekilde kendimi yaşatıp durmaya devam ediyordu. O gün aynada sessiz bir çocuktum. Konuşanı duyamaz, konuşmaya yeltenemezdim.

Chanyeol yanımda mutsuz mutsuz otururken omzuna yattım iç çekerek. Gevşekçe sarılarak karşılık verdi bana. İkimiz de tuhaftık. Çünkü normalde olsa bir şekilde iletişim kurmaya çalışırdık. Şimdi ne halimiz vardı ne de derste konuşmaya cesaret edecek kadar götümüz...

Evrenin mafyası, bizim bir tanemiz Kim Minseok bile o gün derste kimseye karışmamış, Jongdae'ye etüt yazmamıştı. Bir şeyler değişiyordu. Kötü olan ise bu değişim biz evren ahalisine pek de iyi gelmiyordu. Gün öylece bizi kovalayıp sonra peşimizi bıraktı. Genel dersler, bir dahaki hafta için dayatılan konular falan filan... Birçok konu beynime öylece uğrayıp gidivermişti. Tutacak halim falan da yoktu. Geri gelmesini bekleyecek kadar üşengeçtim maalesef. Kutup örümceği namıdiğer kara yılan gün boyu yanıma uğramamış, beni gördüğünde gözlerini çevirmek ile yetinmişti. Halbuki ondan özür dahi dilemiştim, ki beni de affetmişti. Öyleyse niyeydi ki bu yüzüme dahi bakmamalar? Zamanında bulacaktık zaten bunların cevaplarını. Fakat bulunca o cevaplar bizi geriye mi götürürdü, yoksa yolumuza taş mı koyardı? Orası kâfi.

● ● ● ●

"Bana iyi bok yedin diye bakıyor birileri." Molierè şekerimi işaret ederek iç çekmiştim. Gene herkesin uyuduğu bir vakitte, salondaydım. Galaksi teyzenin bu sefer dizlerinde yatmıştım ve ağlamıyordum. Tuhaftır ki o da dizlerine yatmama tepki vermemişti, aksine saçlarımı seviyordu sadece. Eve evren ahalisinden ve tabii kara yılandan sonra gelmiştim. Bu yüzden ne birini görmüş ne de biriyle dertleşebilmiştim. Açık konuşmak gerekirse fazla yalnız, aç ve terk edilmiş hissediyordum.

"Saatin on bir, on sekiz olmasına az kaldı." Dedi tekrar dizilerinden bir tanesini izlerken. Junmyeon'un yatağına sevgililer gününden kalma kalpli bir örtü serdiği için tek benimle konuşuyordu yüksek ihtimal. Kendisinin kural kitabına göre ayda bir kez ufak da olsa birileriyle iletişim kurma zorunluluğu vardı. Dolayısıyla ev ahalisinin onunla bu yatak örtüsü yüzünden konuşmayacağını bildiği için benimle konuşmaya çalışıyordu.

"Pekala, yemekleri hazırlamaya gidiyorum ben." Diyerek ayağa kalktım. Molierè bana sinir olsun diye de mutfağa gitmeden önce ona öpücük atmıştım. Yüzü bir anda kutup örümceğine dönüşüvermiş ve bana gülümsemişti. Korkarak odadan ayrıldım.

Bugünden kalma yemeklerin altını açarak tezgaha yaslanmıştım. Herkes uyumuş olmalıydı. Aklıma Jongin'in bugün bana vermiş olduğu söz gelince de omuz silktim. Gelmek isteseyi şimdiye kadar çoktan kapıma gelir-

"Ne zaman gidiyoruz?" Kapı tarafından gelen kalın ses ile irkilerek bana uykulu gözlerle bakan Jongin'e bakmıştım. Esneyerek yanıma gelmiş ve gene bana yapışacağını zannederek koruma pozisyonuna geçerken o sadece buna gülmüştü. Ocağı kapattığında ne zaman hazırladığımı unuttuğum tepsideki tabaklara hızlı hızlı yemek koymuştu.

"Sesin gelmesine az kaldı." Dedim mırıldanarak. Charlie amca tam o vakit beni duymuş olmalı ki gene bir şeyler gevelemeye başlamıştı. Tepsi ile Jongin'i de alıp ve merdivenleri aşıp dışarıya çıkarken hala boş boş bana bakıyordu.

çıkmaz yolların uykulu yolcuları // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin