FİNAL (3.Kısım)

445 70 16
                                    

Bir keresinde, okumayı henüz yeni yeni söktüğü zamanlardan birinde, Ferhat Abi'nin kitaplarından bir kelime takılmıştı gözüne; ızdırap...Daha önce hiçbir yerde duymadığı bu kelimenin anlamını bilmiyor olmak büyük bir sıkıntı vermişti ona. Üstelik kimseye sorma fırsatı da bulamamıştı. Gece boyu düşünüp durdu. En sonunda ertesi gün sınıfta, küçücük parmağını kaldırıp usulca sordu öğretmenine. Telaffuz etmeyi beceremediğinden öğretmen onu tahtaya kaldırmış ve yazmasını istemişti. Her bir harfi aklında olan kelimeyi büyük bir titizlikle yerleştirdi oraya; IZDIRAP...

Öğretmen kelimeyi gördüğünde huzursuz olmuş, kaşlarını çatmıştı. İşte Hevi, ilk kez o zaman sevmemişti bu kelimeyi. Sonrasında anlamını açıklamaya koyuldu öğretmeni; 'insanlar üzülünce hissettikleri bir duygudur bu, ama üzüntüden çok daha büyük bir şey, mesela...mesela sevdiklerini kaybedince...' Durdu Hevi. Önce Ferhat Abi'ye, ardında da bu çirkin kelimeyi ortaya çıkaran herkese kızdı bir bir. Hiç kullanmamak üzere fırlatıp attı bir köşeye. Fakat şimdi...şu an, şu saat, ve ona bir ömürmüş gibi gelen şu dakikada, bu köşenin sahibi oluvermişti bir anda. Artık ızdırabın ta kendisiydi...

Tüm herkes, hepsi yalan söylüyordu. İçleri kelime anlamlarıyla dolu koca koca sözlükler, kitaplar, öğretmeni, herkes ve her şey yalan söylüyordu, hiçbir şey bildikleri yoktu onların. Izdırap buradaydı işte.., burada, ızdırap Hevi'ydi işte, ta kendisiydi. Bir kelimeden ibaret değildi ızdırap, ızdırap kanlı canlı biriydi... Külden, sonsuz bir boşluğa uzanan gri denizde boğulandı ızdırap. Ateş bedenini liğme liğme ederken, gıkı bile çıkmayandı. Bundan sonra ne mutluluğu, ne de umudu hissetmeyecek gibiydi. Tüm hisleri birer birer yanmış, içinde bulunduğu külden denize savrulmuştu. Şimdiye kadar gördüğü tüm yangınlar birer buz kütlesi kadar soğuktu bu ateşin yanında.

Durdu Hevi, Durdu...bir damla yaş aktı önce gözünden, sonrasında sesinin ulaşabileceği en son noktaya kadar bir çığlık koptu yüreğinden. Debelenip durdu elleri, yumruk olup göğsüne, tokat olup yüzüne, sopa olup dizlerine indiler bir bir. Ne Beran'ın gidişi, ne evini terk edişi, ne de acı verici sandığı diğer tüm her şey yanına bile yaklaşamıyordu bu duygunun. Bilmiyordu Hevi, bilmiyordu...bedenini ateşe vermeden de böyle cayır cayır yanabileceğini hiç bilmiyordu. Yoruldu Hevi, çok yoruldu...daha fazla dayanamayınca da yığılıp kaldı bedeni...

Beran ise 'bitti' diyordu, 'bitti artık...' Elindeki kağıdı Laz Yusuf'a doğru uzatırken. Saatler on biri gösteriyordu. Ağır bir yaranın iyileşmesini bekler gibi beklemişti bu anı. Sabırla, acı çekerek, dişini sıka sıka, büyük bir umutla iyileşeceğine inanarak beklemişti. Beklediği an gelip, nihayet iyileştiğinde ise hiç yokmuş gibi olacaktı her şey. Sadece bir iz kalacaktı ondan geriye, ara ara sızlayacaktı, hatırlatacaktı, hatırlandıkça unutulmayacak ve bir daha tekrarlanmayacaktı. Karşısındaki adamın elindeki kağıtları büyük bir hoşnutlukla incelemesine bakılacak olursa da o an gelip çatmıştı;

- Yanılmadım, dedi Laz Yusuf.

Çok nadir yaptığı bir şeyi yapıyor, gülümsüyordu.

- Her şey kusursuz, bütün her şeyi halletmişsin Beran.

Elini Beran'ın omuzuna doğru uzattı fakat Beran bir adım geriye doğru çekilince bir nebze mahçup olmuş gibi başını önüne eğdi;

- Ben, dedi Beran, ben sözümü tuttum, sana milyonlar kazandırdım, sen de sözünü tutacaksın, bundan sonra beni unutacaksın. Yoksa başına gele...

HEVİ (TAMAMLANDI) #WATTYS2020Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin