~2~

88 9 0
                                    

İyi okumalar.

~~~

Evimizin bahçesinde piknik yapıyorduk

"Hera" elimde duran külahlı limonlu dondurmadan iştahla bir ısırık aldım.

"Hera!" Tekrardan bağıran anneme doğru kafamı çevirdim. Bahçenin ortasına çıkarmış olduğumuz masaya tabakları yerleştiriyordu.

Elimdeki bitmemiş dondurmaya ona doğru salladım.

Masanın yanında mangalla uğraşan babama doğru baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu elinde tuttuğu tavuk kanadını bana doğru salladı. Eliyle gelmemi söyleyen bir işaret yaptı.

Son lokmayı da ağzıma atıp, çimenlerden destek alarak ayağa kalktım.

6 yaşındaki küçük erkek kardeşim Emre bacağıma yapışarak benimle uğraşmaya başladı. Gülerek onu kucağıma aldım.

"Hav Hav." Hav Hav mı? Emre'nin ağzından köpeklerin çıkardığı sesten çıkmıştı. Şaşkınlıkla ona bakarken yüzümü yalamaya başladı.

Gözüme gelen yoğun güneş ışığı ile elimi siper ettim. Belim, omzum öyle bir tutulmuştu ki, sanki beş gündür kımıldamadan yatıyordum.

Gözlerim çevreye alışınca nerde olduğumu anlamaya çalıştım. Bir tarlanın ortasında gibiydim. Tam ortasına da beni atıp gitmişlerdi sanki.

Yanımda ise siyah bir köpek bütün sevimliliğiyle bana bakıyordu. Elimle başını okşamaya başladım. Mayışmış gibi yapıp yanıma uzandı. Rüyamda kardeşim yüzü yalamıştı demek ki biraz önce bu karabaş yüzümü yalıyordu.

Üzerim çamur, toprak içindeydi. Baştan aşağı siyahlar içindeydim taytım  nerdeyse batmıştı. Ne bir telefon ne de bir çanta vardı yanımda.

Burada ne işim olduğunu bilmiyordum. Hatırlayamıyordum. Fakat panik içinde de değildim.

Biraz ilerimde taşlı bir yol vardı. Sağ tarafa doğru ilerleyip küçük bir tepeyi aşıyordu. Tepeler, tarlalar ve ağaçlar dışında pek bir şey yoktu.

Başıma giren dayanılmaz ağrı ile iki elimle kafamı tuttum. Acı öyle bir hal aldı ki. Kendimi yere attım. Kafamdaki bütün saç telleri bir an da çekiliyormuş gibi hissediyordum.

Tırnaklarımı toprağa sapladım. Öyle bir bastırıyordum ki tırnaklarımın kırıldığını hissettim.

Hatırlıyordum. Kutu, kolye, zarf. Hatırlamaya başladıkça acı biraz daha hafiflemişti.

Derin derin nefesler alıp vermeye başladım. Tepemdeki güneş yüzünden gözümü açamıyordum.

En son neler olduğunu tamamen hatırlayınca yattığım yerden ayağa fırladım.

Hangi kendini bilmez beni buraya getirmişti! Önce benimle bir güzel dalga geçip daha sonra buraya atıp gitmişlerdi. Beni hala bir yerlerden izleyip dalga geçiyor bile olabilirdi.

"Oro*pu çocukları!" O kadar çok sinirlenmiştim ki, sinirden etrafımda dönüp bağırmaya başladım.

"Şerefsizler! Hakettiğiniz en büyük cezayı alacaksınız. Eve götürün beni!" Öyle bir bağırıyordum ki boğazımdaki acıyla yutkunmaya çalıştım. İki gündür su içmiyormuşum gibiydi.

Arkamdan gelen bir kaç hışırtı sesi ile döndüm. Uzun boylu sanki 50'lerden fırlamış bahçıvan kahverengi tulumu, yine kahverengi kareli gömleği ve sarı yağmur botları ile kıvırcık saçlı yemyeşil gözlü yaşıt gibi durduğumuz bu çocuk dehşet içinde bana bakıyordu.

Sinirden kıpkırmızı olmuş ben hiç düşünmeden üzerine atladım.

Neye uğradığını bile anlamayan çocuğu yüz üstü çime yatırdım. Sağ bileğinden tuttuğum kolunu sırtına geçirdim. Acıyla inlemeye başladı.

"Sen kimsin? Beni neden buraya getirdin!" Diğer elimle kafasını bastırıyordum. Nefes zar zor aldığını fark edince biraz elimi gevşettim.

"Seni tanımıyorum bile!" Madem tanımıyorsun nasıl bir an da dibime ışınlandın.

"İnanmıyorum." Bileğini biraz daha büktüm. Acıyla tekrar inledi.

"Yemin ederim, tanımıyorum. Lütfen bırak beni." Biraz sakinleşmeye çalışarak tamamen üstünden kalktım. Bileğini tutarak yavaş yavaş ayağa kalktı.

"Sen asil olamazsın!" Asil mi? Dediği şeyi pek de takmadım.

"Beni sen kaçırmadın mı?" Hala bileğini diğer eliyle tutmaya devam ediyordu.

"Hayır, bağırdığını görüp yanına geldim." Yüzündeki ifadeden gerçekten bir şey bilmediği belliydi.

Biraz sakinleşmeye çalışmak için derin derin nefes alıp verdim.
"Tamam, telefonunu kullanabilir miyim?" Suratıma anlamsız şekilde bakmaya devam etti. Sağ elini  kıvırcık sarı saçlarına soktu kaşıyor muydu yoksa öylece içine mi sokmuştu belli değildi.

" o da ne?" Telefonun ne olduğunu cidden biliyor muydu? Koskoca yerde delinin tekine denk geldiğimi fark edip bozuk sinirlerimle gülmeye başladım.

Benden biraz korkmuş olacak ki bir kaç adım geriye attı.

"Sen gerçek bir asil olamazsın, üzerindekileri nerden buldun? Saçında siyah bir peruk var demi? Seni yakalarlarsa ölürsün! Nasıl cesaret ettin." Yüzüme tiksinircesine bakınca ne olduğuna anlam veremedim. Sıyırmış olmalıydı.

"Ne diyorsun sen anlamıyorum?" Gözüyle baştan aşağı beni süzdü.

"Şimdi anlarız kim olduğunu!" Üzerime doğru hızla yaklaşınca bir şey yapamadım. Siyah gömleğimin düğmelerine yöneldi.

Bana bir şey yapacaktı. Kafamı kafasına öyle bir geçirdim ki, inleye inleye kendini geri atttı. Düşmemek için yoğun bir çaba sarfetti.

"Napıyorsun!" Eğilip kafasını tuttu.

"Asıl sen ne yapıyorsun! Sapık. Bana bir daha yaklaşırsan daha kötü yaparım." Yüzüme öyle bir baktı ki salakmışım gibi hissettim.

"Sen gerçekten bir şey bilmiyorsun." Eğildiği yerden doğrulup gömleğinin bir kaç düğmesini açtı.

Köprücük kemiği ile boynunun tam ortasında küçük bir kelebek dövmesi vardı.

"Sende de böyle bir sembol olması lazım." yüzüme anlayıp anlamadığımı anlarcasına bir bakış attı. Anlamamıştım. Yani? Der gibi kafamı salladım.

Oflayarak, Eliyle arka cebinden küçük bir ayna çıkardı. Aynaya zarar vermek istemezcesine ayağımın  dibine attı.

"Al bak." Neler olduğunu anlamamıştım, merak da ediyordum. Yerde duran aynayı alıp, gömleğimi biraz açtım. Aynayı tam da onun gibi boynumun orasına tuttum.

Gördüğüm şey nefesimin kesilmesine sebep olmuştu. Küçük bir yıldız dövmesi öylece oradaydı.

"Sen gerçekten asilsin!" Kıvırcığın attığı çığlıkla ağzım açık ona baktım.

"Bu..bu da ne!" Ayna elimden kayıp tekrar yere düştü.

"Hafızanı mı kaybettin sen?" Sorduğu soru ile düşünmeye çalıştım. Hayır kaybetmemiştim. Delirmiş olabilirdim ama.

MaveralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin