bekçi köpeği, kelebekler ve bir bilinmez..

282 50 10
                                    






"Güzelliğine?"

Chanyeol samimi olmayan bir kahkaha bıraktı odanın ortasında ayaklarını aynı benim gibi uzattığında ikimizin de ayakuçları arasında santimler kalmıştı. "Güzel şakaymış."

Omuz silktim. "En azından kendiyle barışık birisindir diye düşünmüştüm." Bir dizini kırıp kendine çekti ve kolunu üzerine koydu. Diğer bacağı hâlâ boylu boyunca yerde uzanıyordu. Bakışlarını bana çevirip dudağının bir kenarını yukarı kaldırarak alaycı bir ifadeyle konuştu. "Ben kendimle barışığım ama başkaları değil."

Bu biraz ağır gelmişti. Gerçekler işte böyle ağır gelebiliyordu çoğu zaman. Gözlerimi gözlerinden çekemedim. Bu süre zarfında o da aralıksız gözlerimin içine bakıyor sanki bir şey anlatmaya çalışıyormuş gibi çabalıyordu. Sanki ne olur anla beni diyordu fakat anlamam gereken şey tam olarak neydi onu söylemiyordu. Bir yerlerden onun ruhuna çıkan kapıları aralıyordu ama o kapılara giden yol öylesine karanlıktı ki tek başıma bulmak benim için fazlasıyla zordu.

Sonra vazgeçmiş gibi bir tavırla elimdeki kitabı işaret ettiğinde gözlerim dolmak üzereydi ve ben bunun nedenini asla açıklayamazdım. Neden onun gözlerine bakarken böylesine duygulandığımı açıklama işine girersem eğer sonu belli olmayan muğlak bir konunun içinde çırpınıp durmuş olurdum. "Yeni herhalde."

Daha fazla ona bakamayacaktım. Onun bir şeyler anlayıp da mı konuyu değiştirmeye çalıştığını yoksa öylesine mi sorduğunu asla bilemeyecektim. Kitabı kaldırıp kaldığım yeri kaybetmeden ön kapağını ona gösterdim. Tuhaf bir dinginlik vardı aramızda. Dünkü gerilimimizi düşünürsek bugün anormal sayılacak derecede sakindik ikimizde. Belki de omuzlarımıza binen yüktendi, bilemiyorum.

"Evet, Sehun getirmiş."

Kaşlarını bir kere hızlıca yukarı kaldırıp indirdi. "Değişik." Başımı sallayıp onu onayladım.

"Büyücü bir çocuğu anlatıyor."

"Periler gibi mi?"

Soruyu öyle samimi sormuştu ki şu an bulunduğumuz durum içinde böyle sıradan bir şekilde sohbet edebiliyor olmak rahatlatıyordu.

"Pek emin değilim bundan, o kadar ilerlemedim daha ama dış görünüşü tamamen insan gibi. Hiçbir farklılık yok."

Başını sallayarak anladığını belirtti. "Bugün bir şeyler yapacak mıyız?"

Kolumdaki saate baktım. Çoktan öğlen olmuştu. "Dünyaya rahatça geçebiliyor musun?"

"Bazen." Kaşlarımı çattım. "Bu çok belirsiz bir cevap oldu."

"Önce dünyadaki anahtarı mı arayacağız?"

"Henüz tam karar vermiş değilim ama sanırım bu daha mantıklı olur. Cennette aramaya başlarsak dikkat çekeriz ve daha diğer iki diyardaki anahtarları düşünmeye bile vakit bulamadan her yönden yasak yeriz." Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. Başını sallayarak onayladı beni dinlediğini ve anladığını görebiliyordum ama yine de fazlasıyla dalgındı. Çok gergin olmalıydı. Ben olması gerekenden çok daha fazla gergin hissediyordum çünkü.

"O zaman önce şu siren ile görüşelim. Bakalım o bize neler söyleyecek." Dedi bakışlarını ağır ağır evin içinde gezdirirken.

"Anlaştık, bana biraz izin ver, duş alıp üstümü değiştireyim."

Benimle aynı anda ayağa kalktı. "Sen beni banyonun kapısına bekçi köpeği gibi dikmeden önce gidip Jongdae'ye haber vereyim."

"İyi tahmin, güzel seçim." Göz kırpıp devam ettim.. "Bir saat sonra orman sınırının dün girdiğimiz kısmında buluşalım."

Gece kanatlarıma taşır alevini // ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin