Giriş

202 16 0
                                    

16 Temmuz 2021

Yağmur hızını iyice arttırmıştı. Yürüdüğüm sokakta, neredeyse küçük su birikintileri oluşmaya başlamıştı. Adımlarımı hızlandırmak yerine daha da yavaşlatmıştım. Elimdeki şemsiyeyi yanımdaki kaldırıma doğru fırlatırken bir anlığına durup gözlerimi kapatarak yağmurun beni ıslatmasını bekledim saniyeler içerisinde. Vücudum buz tutmuş gibiydi. Hava o kadar soğuktu ki fakat buna aldırmıyordum bile. Tek beklediğim zihnimin karmaşasının bir anlığına da olsa susmasıydı. Yağmur, benim şemsiyemi bir kenara fırlatmamı beklermişçesine daha da hızlandı ve vücudumda ıslanmayan tek bir yer bile kalmadı.

Yavaş yavaş yürümeye başladım tek bir elektrik direğinin aydınlattığı bu sokakta. Adımlarımın beni nereye götürdüğünü biliyordum fakat bilmezden gelmeyi diledim. Bunu bilerek yapmıyordum. Adımlarım benden bağımsız ilerlerken tek hissettiğim şey boşluktu. Boşluk hissi öylesine sarmıştı ki beni, bazen nefes almamı bile engelliyordu. Etrafıma attığım boş bakışlar, yuvarlanıp gittiğim şu hayatımda bana ekstra hareket gibiydi.

Kimsenin olmadığı şu ıssız sokakta yürürken bile bomboş hissediyordum. Uzun zamandır anlam veremiyordum bu hayata. Bu boşluğuma. Oysaki hayatımda beni rahatsız eden bir şey var mıydı ki? Hayır... Hayır beni rahatsız eden hiçbir şey yoktu, o güne kadar.

Gözlerim biraz uzakta duran çifti görünce oraya takılı verdi birden. İki sevgili birbirlerine sarılıp ellerinde tuttukları tek bir şemsiyenin altında yürüyorlardı yüzlerindeki gülümsemeyle. Ah tabii bir de arada küçük öpücükleri unutmuyorlardı.

Kendi kendime güldüm koca sokakta. Hatta öyle bir güldüm ki o çiftin bana dönüp bakmasına bile sebep olmuş olabilirim. Neye güldüğümü ben de bilmiyordum tam olarak. Fakat öylece yüzümdeki asılı kalan o gülümsemeyle yürümeye devam ettim.

Adımlarım hiçbir şekilde hızlanmıyordu. Yağmur, soğuğa rağmen giydiğim o ince tişörtümün altından bile bedenimle buluşuyordu. İliklerime kadar donmuştum fakat şu an bu bile umurumda değildi.

Adımlarım sokağın sonundaki o aptal müzeyi bulduğunda kapalı kapısının önünde öylece dikilmeye başlamıştım. Gözlerimin dolmasına anlam veremiyordum.

Ellerim kapıya dayandı, gözlerim sıkıca kapandı ve nefes alışverişlerim hızlandı. O tabloları tekrar görmem gerekiyordu.

Bir yanım deli gibi görmek istese de diğer yanım görmekten ölesiye korkuyordu. Her şey tepetaklak oluvermişti birden ve bu tamamen bir anda gelişmişti.

Her şey o aptal tablolar ve 'onun' yüzündendi. Taşıdığım bu isim, bedenim, yüzüm sanki bana ait değilmiş gibiydi şimdi.

Boşluk hissi sarmış bedenimi bir korku kapladı. Bir an sonra üzerime yağmaya devam eden yağmur kesildi ve bir gölge hissettim tam ardımda.

Benden bağımsız bir şekilde süzülen göz yaşlarım çoktan yağmurun ıslaklığına kapılmış gitmişti. Hafifçe doğruldum. Arkama bakmaya korkuyordum.

Hislerimde asla yanılmamıştım fakat yanılmış olmayı dilediğim zamanlar çok olmuştu. Şimdi yine o anlardan birindeydik.

Arkamı döndüğümde karşılaştığım o ifadesiz yüz, beni yerime çivilemişti.

Neydi bu? Bir rüya mıydı yoksa saçma bir kabus mu?

the last game of death - 最後的死亡遊戲Where stories live. Discover now