9.Bölüm

67 8 0
                                    

Keyifli okumalar

*

"Benim yüzümden ona bir şey olmamalıydı."

*

Bir türlü hastaneden çıkıp da eve gitmek nasip olmamıştı. Ameliyathanenin önünde bir oraya bir buraya dönüp duruyordum. Onun şu an bu durumda olması benim yüzümdendi. Eğer telefoncuda kendime hakim olup da eve gitmeyi bekleseydim, o sinirlenmeyecekti ve gözü dönmeyecekti. Hadi kendimi tutamadım, bari o haysiyetsiz ile dövüşürken ayırsaydım. Şu an içeride ölüm kalım savaşı veriyordu. Üstelik benim yüzümden. İçim acıyordu. Aklıma babamın hastanede olduğu an geldi. O da şu anki durumumun tuzu biber oldu. Boğazımdan kaçırdığım ufacık bir hıçkırığın ardından hüngür hüngür ağlamaya başladım.

Aradan geçen birkaç dakikanın sonunda içeride yatmakta olan karalığın koyusu belirdi,  "Talaz Adıvar!" Sinirli ve kızgın bir şekilde bana doğru geliyordu. Yanımda belirdi ve konuşmaya başladı.

"Hiç boşuna timsah gözyaşları dökme! Oğlum şu an senin, sadece senin yüzünden bu durumda. Bir de üzülüyormuş gibi yalan gözyaşlarını dökme! Eğer oğluma bir şey olursa, kendine ölümlerden ölüm beğen. Tabii yatalak, beş para etmez babana, çaresizlikten ve ağlamaktan saçlarına aklar, başına keder düşmüş annene ve hiçbir şeyden haberi olmayan masum, küçücük kardeşine, Rüzgar'ına!"

Şu an onu boğup öldürmek, leşini de itlere yem etmek istiyordum ama yapamazdım. Çünkü kollarım kalkmıyordu. Ne gücüm ne de dermanım vardı. Benimki yoktu ama anlaşılan benim yapamadığımı o bana yapacaktı. Bana ne isterse yapabilirdi ama aileme asla dokunamazdı. Eğer dokunursa iki elim kanda bile olsa yine gelir onu öldürürdüm. Bana iyice yaklaştı ve sertçe kolumdan yakaladı. Hastane duvarının bir köşesine fırlattı adeta bir yoyo gibi.

Ardından yine eskilerden hatırladığım babamın ofisinde bizi bağlayan daha sonra açan, Beril'e tutulan ve Beril'in de tutulduğu o yakışıklı adamı gördüm. Anladığım kadarıyla Talaz Adıvar'ın emriyle gelip beni düştüğüm yerden kaldırdı ve kolumdan nahifçe tutarak, " Gel yenge gel." dedi ve yürümemi sağladı.

Ağlamaklı ve titrek sesimle "Nereye gidiyoruz?" dedim. O da" Gidince görmeniz daha iyi olur" dedi. Hastanenin garajına geldik. Ferman'ın hurda Vosvos'unun yanındaydı bizim bineceğimiz ve yanımdaki nazik mafyanın arabası.

Gözümü kırmızı Vosvos'tan alamıyordum. Arabaya binene kadar, arabaya yerleşirken ve hatta hatta garajdan çıkana dek gözüm kırmızı Vosvos'ta idi. Tabi ağlıyordum da. Yanımdaki adam da bana ağlama ağlama deyip duruyordu. Garajdan çıktığımızda gözlerimi kapayıp cama dayadım ta ki gideceğimiz yere kadar.

On dakika sonra

Zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Gözlerim kapalıyken dalmıştım derin dalgalara. "Geldik. İnebilirsin." dediğinde gözlerimi açtım ama burası... Şu an gözlerimin gördüğü, kulaklarımın işittiği bu yer...

"Bizim ev!"

Önce yıllarımın geçtiği büyük, büyüleyici köşke ardından da şu an boynuna atlamamak için kendimi zor tuttuğum o adama şaşkın şaşkın baktım. "Hadi durmayın da gidip ailenizi görün. Ha! Unutmadan Beril Hanım'ın da evinin adresini verirseniz, onu da alıp gelebilirim Defne hanım. Bu arada adım Devran. Devran Akar."

Hemen telefonunun notlar kısmına yazıverdim adresini. Devran Bey'i yolculadıktan sonra derin bir nefes alarak koşar adımlarla evime doğru hareket ettim.

Devran'dan;

Talaz Bey'in özel kalemi olabilirdim, en yakın arkadaşım Defne Hanım'ın kocası Ferman olabilirdi ama onlara benzememi gerektirecek hiç bir durum söz konusu bile değildi.

Hastanede Defne Hanım'ı biraz hırpalayıp top gibi fırlattıktan sonra beni yanına çağırıp "Götür bunu evin bodrumuna kitle. Aklı başına gelsin sümsüğün." Demişti ama ben bunu yapamadım. Herkese karşı böyle değilimdir. Sadece iyi insanlara karşı böyle bir tutumum vardır. Ben onu bodruma değil de evine getirdim. Şimdi de Beril Hanım'ı almaya gidecektim. Beril Hanım. O gün ofiste gözlerimi ondan alamadığım, uçak hızıyla kalbimi çalan hain kadın. Tutulmuştum ona adeta. Yani Defne Hanım'ı bir sebep de Beril'i görmek için buraya getirdim de diyebiliriz ama sadece yüzde beşlik kısmı.

Bir elimdeki adrese baktım, bir de geldiğim yere. Burasıydı. Onun evinin de Yaprak ailesinin evinden geri kalır bir yanı yoktu. Büyük ve heybetliydi. Bahçe kapısını çaldım. Kapıyı takım elbiseli bir adam açtı. Onunla her ne kadar diyaloğa girmek istemesem de girmek zorundaydım. "Kime baktınız beyefendi?" dedi sertçe yüz ifadesiyle güvenlik.

"Beril Hanım'ı almaya geldim." diye cevap verdim ben de. Daha sonra bir o, bir ben sıralı devam etti konuşmamız.

"Kim geldi diyeyim? Hem ayrıca siz kimsiniz? Aslı Hanım ve Burak Bey'in geldiğinizden haberi var mı?"

"Sen ne yapacaksın kardeşim? Hadi şimdi içeri gir paşa paşa Beril Hanım'ı çağır başımı belaya sokma benim."

"Sen kimsin lan? Çağırmıyorum. Ne yapacaksın acaba?

"Gel bak sinirlenince ben ne oluyormuş?"

Adamın boğazına yapıştım, Duvara yapıştırdım ve tek elimi belime atıp silahımı çıkardım. Ağzının içine soktum ve konuşmaya başladım. "Hadi lan ne oldu? Şimdi de hesap sorsana! Niye sustun? Pardon! Unutmuşum; senin ağzın doluydu!"

Tam o sırada uzun zamandır sesine hasret kaldığım, kokusunu özlediğim ve en çok da bana çemkirmesini özlediğim Beril belirdi. "Ne oluyor burada? Bıraksana adamı! Bir dakika bir dakika! Sen o bizi bağlayan mafya bozuntusu değil misin? Burada ne arıyorsun? Hemen terk et evimi yoksa... Ne yapıyorsun be sapık? Hemen indir beni yere! Hemen!"

O konuşurken ben çoktan güvenliği bayıltmış, onu da sırtlamıştım. Şu an öyle canım yanıyordu ki. Acımasız karı küt küt belimi yumrukluyordu. Aynı zamanda da söyleniyordu ama boş olduğunun da farkında olarak söyleniyordu. Arabanın yanına gelir gelmez kapıyı açıp bir hışımla Beril'i içeri attım ve hemen ardından kendim sürücü koltuğuna yerleşip bütün kapıları kilitledim. Beni gören arıza yine başladı tabi çemkirmeye.

"Ne yapıyorsun be adi sapık? Patronun arkadaşımı, sen de beni mi zorla alıkoyacaksın? Hemen indir beni!

Susmayacağını anladığım için arabayı çalıştırdım ve yola koyulduk. Artık belli bir süre sonra beynimin dahili depolama kapasitesi dolmuş, harici depolama alanına geçiş yapmıştım. Yapmıştım yapmasına ama o da fazla dayanamazdı. Bu yüzden bir an önce bu taramalı tüfeği susturmalıydım. Hemen lafını kesip konuşmaya başladım.

"Bakın Beril Hanım benim sizinle hiç bir husumetim yok. Sadece yeni patronum gelip sizi almamı söyledi o kadar. Şimdi biraz susarsanız, gitmemiz gerekiyor çünkü."

yine aynı hışımla konuşmaya başladı.

"Bana ne be senin patronundan. Adam değil misin sen? Tabii doğru ya! O ne derse onu yaparsınız siz. Sizin bu patronlarınız da bize takmış kardeşim. Git ne yaparsan yap ama beni bulaştırma hadi!"

Yavaş yavaş sinirleniyordum. Sesi artık katlanılamaz bir hal almıştı benim için. Her şeye tamam dedik ama adamlığımıza da laf ettirmezdik icabında. Biraz delikanlılığımızı göstermenin zamanı gelmişti. Arabayı dağın ortasında sağa çektim ve indim aşağıya. İner inmez onu da kolundan tuttuğum gibi aşağı indirdim. Sertçe arabaya yaslandım. Şuan bir nefes kadar yakındık birbirimize. Onun o derinden gelen kendine has kokusuna her ne kadar karşı koyamasam da kendimi tutmaya çalışarak konuşmaya başladım.

"Bana bak şımarık cadı benimle böyle konuşamazsın! Kes sesini de adam gibi gidelim."

Hiç altta kalır mı cadı? Hemen lafa girdi. "Sen kim oluyorsun da Beril Kocataş ile böyle konuşabiliyorsun ha? Seni tutuklattırırım çocuk anladın mı? Şimdi beni bırak, daha sonra bir daha karşılaşmamak dileğiyle sen yoluna ben yoluma."

Benimle her emrivaki konuştuğunda cinlerim tepemde cirit atıyordu. Lafı uzatmadan hafifçe kafasına silahı dokundurarak onu bayıltıp arabaya yerleştirdim. Bir süre o nur yüzüne baktıktan sonra bende sürücü koltuğuma yerleştim. Sürücü aynasından ona tebessümle bir bakış attıktan sonra arabayı tekrar hareket ettirdim ve çekilmeyen yolculuğumuza bıraktığımız yerden devam ettik.

A'VAZ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin