Keyifli okumalar diliyorum. 🌊✨*****
Yeni maceralara atılalım diye ortalıkta dolaşırken cidden yanlışlıkla büyük bir savaşın fitilini mi ateşledim? Beni her saniye ölümle dans ettiren bu tuhaf olayların içine nasıl düşmüştüm? Belki de her şey Lucas ve Alex'le tanıştığım o gün başladı. Tabii ya, sonuçta bir şekilde burada olmam o ikilinin suçu! Ya da değil... Bilmiyorum. Belki de esas her şeyin karmaşık bir hal aldığı gün, Bella ve Harry'yi gördüğümüz gündü. Ne diye sapık gibi onları takip etmiştik ki? Gerçi, onları takip etmesem şimdiye ölmüş de olabilirdim ya da evimde huzurlu bir şekilde babamla oturuyor da olabilirdim, kim bilir? Bu ne türden bir saçmalık böyle? Cevabı bulmak için bu kadar kıvranmamalıydım.
Durun bir dakika, durun! Hadi her şeye baştan başlayalım.
3 ay önce:
"Baba, ben çıkıyorum!"
Bağcıklarını açmayı reddederek inatlaştığım ayakkabılarımdan birini en nihayetinde giyebildiğimde zafer kazanmışçasına gülümsedim. Ancak ayakkabının diğer teki bana göz kırpınca bu tebessüm hiç de uzun sürmedi.
Ben kendi kendime savaş verirken, oturma odasından buraya doğru aceleyle gelen babamın sesini çok net bir şekilde duydum.
Babam "Zoe'yle mi buluşacaksın?" diye sorduğunda işimi bitirmiş, gözümün önüne düşen birkaç kumral saç telimi arkaya doğru atıyordum.
Hafif bir tebessümle "Evet, bir süreliğine sahile gideceğiz," diye yanıtladım.
Üstümü son bir kez düzeltirken babamın, başıma taktığı şapkayla görüş açım azalıvermişti. "Hava güneşli, gölgede durmaya özen gösterin. Ayrıca erken gel, geç kalmanı istemiyorum," diyerek benim için kapıyı açtı.
"Tamamdır, merak etme."
Dışarıya çıkmadan hemen önce babama sıkıca sarıldım ve kapıdan adımımı attığım andaysa el sallayarak hızla uzaklaştım.
Yaz tatili yeni başlamıştı ve benimse bu sıcak günlerde Zoe'yle buluşup vakit geçirmek ve de dondurma yemek dışında hiçbir planım yoktu. Zaten yapabilecek enerjim olduğundan da şüpheliyim.
Ciğerlerimi taze çiçek kokularıyla doldururken bedenimi ısıtan güneşle istemsizce gülümsüyordum. İnciyi anımsatan bulutlara doğru elimi uzatma isteğimi bastırıp adımlarımı biraz daha hızlandırdım.
Yaz tatili geldiği için yaşadığımız yerdeki insanların çoğu başka yerlere gitmişti. Ancak sokağın sonundaki nazik fırıncı ve ona yardım eden güler yüzlü eşi, her geçtiğinizde başınızı döndürüp tekrardan bakacağınız buketlerle süslenmiş çiçekçi ve sahibini her gün görebilirdiniz. Yaz kış fark etmiyordu. Ayrıca, babası sürekli çalıştığı için tatile gitmek yerine, yaşadığı şehrin her bir köşesini keşfetmeyi kendine görev edinmiş olan beni de görmeniz ihtimaller dahilindeydi.
Sahilden yalnızca birkaç metre uzaktaydım, az kalmıştı. Zoe'yle daha dün buluşmuştuk ancak bugün de buluşmamak için bir sebebimiz yoktu.
Sabırla kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklerken içgüdülerim bana tuhaf bir şeyler fısıldamaya başlamıştı. Sanki... İzleniyordum?
Başımı sakince sağa sola çevirip baksam da hiçbir şey görememiştim. Serçeler şakımaya başlarken ben de ileriye doğru ilk adımımı attım. Ne var ki ikincisini atarken ayaklarımın yere değmediğini anlamam biraz vakit almıştı.
Hemen yanı başımdan gelen bir ses "Lucas, şimdi!" diye haykırdı.
Omuzlarımdan tutularak havaya kaldırılırken denize doğru, bir an bile duraksamadan koşup atlayan bir karaltı gördüm. Gerçi, gördüğümü zannetmiş de olabilirdim çünkü gökyüzüne doğru sürüklenirken etrafımda neler olup bittiğini anlayacak vaktim olmuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yolculuk
Fantasy#Eszilury serisinin ikinci kitabıdır. En büyük macera, hiç planlanmayan bir yolculuğa veyahut sessiz fırtınanın getirdiği bir felakete ait olabilir. Yine de o maceranın hangi yolu izleyeceğine sadece sen karar verebilirsin. Son seferde karşılaştığın...