ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
"Sona üç kala."🎭
Param olursa hayatımda çözülmeyecek tek bir sorunum yoktu benim. Tek eksiğim paraydı ve onu da bulunca, ilk defa rahat rahat sırtıma yaslanabildiğimi farkettim. Aldığım para kanlı olabilir ama o para günahkâr bir kadının hayatına karşılık, masum bir genç kızın hayatını kurtaracaksa, ne kadar kanlı olduğu umrumda bile değil.
Güneş doğuyordu yavaş yavaş. Sol dirseğimi para çantasının üzerine yaslamış, sabırsızca eve varacağım o anı bekliyordum. İlk defa gece Ayşe'yi evde yalnız bırakmış olmanın rahatsızlığı vardı üzerimde. Sol bileğimi çevirip saatime baktım. Sabahın altı buçuğu olmuştu bile.
Ayşe'nin zaten geç uyandığını bilmek üzerimdeki stresi bir nebze olsun azaltıyordu. Elimde bir çanta parayla nereden geldiğimi sorarsa ona ne diyebilirdim? Her zaman ona örnek olmaya çalıştım, yani onun gördüğü yerlerde. Aslında katil bir ablası olduğunu bilse, yine de benimle gurur duyar mı bilmiyorum. Bu sorunun cevabı beni korkutuyor.
"Biraz daha hızlı olabilir miyiz?" dedim, şoförün aynaya yansıyan gözlerine bakarak. "Güneş doğmadan evimde olmam gerek."
Başıyla onaylayıp arabanın süratını arttırınca, yüzümü camdan dışarıya çevirdim. Uzaklarda Güneş doğuyordu, gökyüzü çılgın bir ressamın tablosu gibiydi. Renkler birbirine karışmıştı. Bulutlar iç içe, sırt sırta duruyordu. Peçeli bir kız gibi sadece gözlerini gösteren Güneş, sanki eve yetişmem için bana zaman tanıyor gibiydi. Telefonumu çıkarıp whatsApp'a girdim ve Ayşe'nin son görülmesine baktım. Dün sekiz buçuktan sonra hiç girmemiş. Gerçi dün o kadar eğlenmiştik ki, telefona bakmak aklımıza bile gelmemişti.
İnterneti açık mı diye kontrol etmek için bir emoji attım. Çünkü benimki uyanır uyanmaz telefonunu alıp önce interneti açıyor, mesajlarına bakıp biraz gezindikten sonra yataktan çıkıyordu. Neyse ki, şimdilik interneti kapalıydı.
Sokağın başında arabayı durdurup çantayı da alarak indim. Paltomun kapüşonunu takıp, çantayı sırtıma alarak hızlı adımlarla yolun karşısına geçtim.
Ayşe, balık etli bir kızdı her zaman, uzun yıllar onu kollarımda taşımaktan ve onunla oynamaktan kollarım ve sırtım kas yapmıştı. Bu konudan bir şikâyetim yoktu gerçi. Keşke şimdi de öyle olsa diyordum içimden. Şimdi de kaldırabiliyor, taşıyabiliyorum onu ama bu hastalık onu o kadar yiyip bitirdi ki, o eski hâlinden eser kalmadı. O eski Ayşe'yi özledim ben, elma yanaklarını, pembe dudaklarını. Rengi soluk yanaklar ve mor dudaklar ona hiç yakışmıyor...
Evimizin önüne varınca cebimden anahtarı çıkarıp etrafa baktım. Sol omzum çantanın ağırlığıyla uyuşmuştu resmen. Sokağın sağ tarafından, kenardan yürüyen bir kadın hariç hiç kimse yoktu. Sabah ayazı tüylerimi kaldırmış, buz gibi ayaz solunum yollarımı sızlatmıştı. Kapıyı açıp hızlıca içeriye girdim. Çantayı yere bıraktıktan sonra omzumun ağrısıyla yüzümü buruşturarak kapıyı kapattım. Anahtarı cebime atıp, botlarımı çıkardım. Paltomu da girişte astıktan sonra temkinli adımlarla salona, oradan da Ayşe'nin odasının önüne geldim. Kapıyı olağanca sessiz açarak içeriye baktım. Dün gece bıraktığım gibi, mışıl mışıl uyuyordu hâlâ. Kapıyı açık bıraktım. İçeri bayağı soğuktu.
Saçlarımı lastik tokayla dağınık bir topuz yaptıktan sonra sobaya yaklaştım. Eğilip sobanın kapağını açarken, "Merak etme Ayşe'm," dedim. "Mama, senin için deste deste para yakmasa da, harcayacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEK +16 | Fantastik Kitap
Tiểu Thuyết ChungKardeşini yaşatmak için yüklü bir paraya ihtiyacı olan Nilay Kuzguncu, hastane bahçesindeki bankta otururken yanına gizemli bir adam gelir ve ona, ne isterse yapması karşılığında ihtiyacı olan parayı vereceğini söyler. Nilay, başına ne geleceğini b...