Çantamı tutarak Sehun'un yanına koşturdum. Hoşlandığı kızla randevusu vardı fakat o beni de çağırmıştı. Çok heyecanlanıyordu ve bazen saçmalayabiliyordu.
"Tek misin?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Evet," deyip saçlarını karıştırdı. "Min Ji daha gelmedi."Kuşkuyla yüzüne baktım ve, "Bence seni ekti." dedim omuz silkerek.
Gözlerini irice açtı ve kaşlarını kaldırdı. "Niye öyle diyorsun? Neden beni eksin?"
"Neden ekmesin?" dedim ben de onun gibi kaşlarımı kaldırarak.
"Çok kötüsün, Sim Jung." Küçük bir çocuk gibi kollarını göğsünde birleştirdi ve küser gibi yan tarafa döndü.
Onun bu hareketine güldüm. "Arasana o zaman akıllı çocuk."
Kollarını bozmadan benden tarafa döndü. Yüzüme baktıktan sonra cebinden çıkardığı telefonda biraz oyalandı ve birkaç saniye içinde kulağına yasladı. Telefon çalarken ayaklarıyla yerde ritim tutuyordu. "Alo," dedi hemen. "Seni bekliyoruz, Min Ji. Gelecek misin?" Yüzündeki tebessüm saniyeler ilerledikçe solarken, "Anlıyorum... Geçmiş olsun. Sonra görüşürüz." diyerek kapattı.
Gerçekten de ekilmişti. Şaka amaçlı söylediğim cümlenin doğru olabileceğini bilemezdim. Bilseydim kesinlikle böyle bir şey demezdim. Gerçi ben geç kaldığım için yürüyen merdivenlerden koşar adım çıkmış ve dönen kapıya çarpmıştım. Min Ji'yi göremediğimde ekildiğini anlamak çok da zor olmamıştı.
"Hastaymış." Derin bir nefes verdikten sonra konuşmaya devam etti: "Hasta olduğunu söyledi ama sesi hiç de hasta olan birine benzemiyordu. O konuşurken arkadan birkaç kişinin sesi geliyordu."
Sehun'a doğru ilerleyip koluna girdim. "Film başlayacak, içeri girelim." deyip çekiştirdim.
Sinemadan sonra bir yerde oturup yemek de yiyecektik fakat bugünkü randevu iptal edilmişti. Min Ji belki gerçekten hastaydı belki de değildi, bunu bilemezdik. Min Ji'yi suçlamak istemediğim için bu konu hakkında bir şey demek istemedim ama Sehun'un moralinin bozulduğunu anlamıştım. Üzülmesini istemediğim için de hiçbir şey olmamış gibi davranıp sadece ikimiz arkadaşça bir gün geçirmek için buluşmuşuz gibi davranacaktım.
Kolundan çıkıp iki büyük boy portakal suyu aldım. Ben filme odaklanınca bir şey yemeyi unutanlardandım, bu yüzden mısır almamıştım. Sehun da benim gibi yiyecek bir şey almadı. Portakal suyunun tekini ona verdim ve birlikte salona girdik.
Henüz reklamlar yayımlanırken, "Asık surat sana hiç yakışmıyor. Kızın günahını alma, belki de gerçekten hastadır ve arkadaşları da ona bakmak için eve gelmiştir." dedim portakal suyumdan bir yudum alıp.
"Haklısın, umarım çok hasta değildir."
"Sanmıyorum, sesi çok cansız değildi." deyip pipetle ağzımın içinde oynadım. "Min Ji iyileşip müsait olduğunda ziyaretine gitmelisin." dedim ve içerinin kararmasıyla ekrana baktım.
Sehun da dediklerimde haklı olduğumu bildiği için hiçbir şey demedi ve o da önüne döndü. Aklında bir yerlerde Min Ji'nin takılı olduğunu biliyordum fakat o da Min Ji'nin çok hasta olmadığının farkındaydı.
Dakikalar dakikaları kovaladı ve zaman elimizden aktı. Film bittiğinde yayıldığım koltukta biraz dikleşip "Film gerçekten güzelmiş." diyerek hayranlığımı ikinci kez dile getirdim.
Sehun da büyülenmiş gibi bakarken sinemadan çıkmak için ayaklandık. Bana doğru dönüp dikkatle yüzüme baktı. Dümdüz yüz ifadesiyle yanıma yaklaşıp boş olan elimi kaldırdı ve bitmiş portakal suyu bardağını avuçlarımın arasına bıraktı. Gülerek yanımdan uzaklaştığında, "Çocuk musun sen?" diyerek çenemi havaya kaldırdım. Sonra ben de onun gibi gülüp elimdekileri çöp kovasına attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dreams of hope • kim namjoon ✔
Fanfiction"Sen bir kelebeğe ölümden bahsediyorsun. Eğer kelebek ölümden korksa kanat çırpmak için özgürlüğünü hiçe sayar mı? Bana bak, ruhumun tozlu sayfalarını tırtılken yaktım. Şimdi kelebeğe dönüşüyorum, mürekkep akmış siyah sayfaları yakıp kül ederken ben...