Geçmişte yapmak isteyip yapamadığımız şeyler, içimizde hep ukte olarak kalır ve keşkelerle ömrümüzü tüketir. Bugün hayatımızdan çıktığı için üzüldüğümüz insanlar, yarın gittiğine sevindiğimiz insanlara dönüşebilir. Bir hata yaptığımızda üzülsek de bu hatalardan ders çıkarıp tecrübe sahibi olabiliriz. Şu an üzgünsek bile, ileride küçük bir tebessümle bugünleri hatırlamış olacağız.
Başka insanlara değil de hayata bir yerlerden tutunabilmeliyiz. Çünkü herkes gidebilir, herkes terk edebilir fakat biz kendimizi terk edemeyiz. Aynaya baktığımızda belki dizleri yara olmuş bir çocuk görürüz. Kendi yaralarını temizleyip acımasın diye üfleyen masum bir çocuktur bu. Belki annesinin elinden tutup neşeyle yürüyen bir çocuğun silüeti ulaşır gözlerimize. Kim bilir, belki de hayatın tüm acımasız koşullarına karşı dimdik durmuş bir insan görürüz. O insan bizden başkası değildir.
Çevremizdeki olayları görmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü bakmak, görmek demek değildir. Sana az bir miktarda para vermiş insanla, çok miktarda para vermiş insanı karşılaştırdığında çok miktarda para vereni daha fazla sevebilirsin. Fakat aslında cebindeki bütün parayı sana veren kişiyi görmezsin, o kişi aslında sana az miktarda para verendir. Cebinde çok para olan kişi ise, sana daha az para verenden biraz daha çok para verdi diye gözünde daha değerli olur. İşte bu yüzden görmeyi bilmeliyiz.
Ben Namjoon'u görmüştüm, onu duymuştum, dinlemiştim ve anlamıştım. Bana kendisini anlatmasına fırsat vermiştim, ben de ona kendimi anlatmıştım. Tabii bu kolay olmadı. Vücudunu kapladığı sert bir kabuğu vardı; bu kabuğu kırmak, sert bir rüzgârın altında yürümekten çok daha zordu. Fakat sonunda başarılı olmuş ve kendi kabuklarına çekilmesini engelleyebilmiştim. Acılarımız, hüzünlerimiz ve yıprandığımız anlar vardı. Yaralarımızı beraber sarıp merhem olmayı öğrenmiştik. Bu bizim için en faydalı ilaçtı.
Babasıyla arası düzeldiği için de çok mutlu olmuştum. Aslında babası, Namjoon'a değer veriyordu fakat Namjoon ona gerçekleri anlatamamıştı. Cho Rim denen kadının gerçek yüzünü anlatmaya cesareti olmadığı için o evden gitmeyi tercih etmişti. Her gün mezarına gidip mezar taşını öptüğü ve yanında ağlamaktan çekinmediği tek insan annesiydi. Gözbebekleri titreyerek bir ömür yaşayabilir miydi insan? Kirpiklerinde her daim düşecekmiş gibi bulunan gözyaşları onu daha güçlü kılmıştı lakin yaşama hevesi bir balon gibi sönmek üzereydi. Hayatının en uç noktasında çıkmıştım karşısına. Bu yaptığım en güzel şey olabilirdi.
Yüzümde küçük bir tebessümle okuldaki kafelerden birine girdim. Sehun'u gördüğümde direkt yanına ilerledim. Telefondan bir video izlediğini görünce arkasından yaklaştım ve, "Hey!" diyerek geldiğimi belli ettim.
Sehun telefonu az kalsın düşürecekti. Telefonu masanın üstüne bırakıp kulaklığı kulağından çıkardı. Müzik videolarından birini izlediğini görmüştüm.
"Beni korkuttun!" diyerek kaşlarını çattı. Birkaç saniye sonra çatık kaşları düzeldi ve kocaman gülümsedi. "Ama bu önemli değil. Canım sıkılıyordu, iyi ki geldin!"
"Ne yani, sadece can sıkıntın geçecek diye mi benim geldiğime sevindin?" diyerek sahte bir kızgınlıkla konuştum.
"Hayır tabii ki. Sen benim buradaki tek arkadaşımsın. Sana değer veriyorum, arkadaşım." diyerek samimi bir şekilde gülümsedi.
"Şaka yapmıştım, Oh Sehun. Ben de sana değer veriyorum." diyerek onun gibi gülümsedim.
"Ben bir şeyler alacağım. Ne istersin?" diye sordu.
Dudaklarımı büzerek çenemi iki parmağımla tuttum ve düşündüm. "Limonata ve meyveli kek."
"Hemen geliyor!" diyerek gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dreams of hope • kim namjoon ✔
Fanfiction"Sen bir kelebeğe ölümden bahsediyorsun. Eğer kelebek ölümden korksa kanat çırpmak için özgürlüğünü hiçe sayar mı? Bana bak, ruhumun tozlu sayfalarını tırtılken yaktım. Şimdi kelebeğe dönüşüyorum, mürekkep akmış siyah sayfaları yakıp kül ederken ben...