Üniversitenin kampüsünde ilerliyordum. Dersten çıkmıştık ve ben şimdiden acıkmıştım. Kampüste bulunan kafelerden birine gidecek, bir kek yiyecek ve bir de meyve suyu içecektim. Üstümde kırmızı bir tişört, altımda ise bol kot şort vardı. Saçlarımı aşağıdan iki parça halinde bağlamıştım. Bazıları bana gülüyordu ama ben istediğim gibiydim. Birilerine kendimi beğendirmek için uğraşmazdım ya da olmak istemediğim biri için seçimlerimi değiştirmezdim.
Kekimi ve meyve suyumu aldıktan sonra oturacak bir yer aradım. Her yer doluydu ve ben elimdekilerle ayakta kalmıştım. Sadece tek bir boş yer vardı: Yaklaşık otuz metre ileride, cam kenarında.
Bir mıh gibi yerimde kaldım. Adım atamadım, ona uzanamadım. Buradaydı, otuz metre ilerimdeydi. Sarı saçları güneşin turunculuklarına karışıyordu. Elinde tuttuğu kahve bardağı ile dışarıyı izliyordu. Bir adım atmak için kendimi zorladım. İlk başta zorlandım, bacaklarıma kramp girmiş gibi kalakaldım. Sonra açıldım ve yürümeye başladım. Adım attıkça ayaklarım hareket yetisini kazanmıştı.
"Buraya oturabilir miyim?" diye sordum. Sandalyeyi tutmuştum ve beklentiyle yüzüne bakıyordum.
Ona seslendiğimde hafifçe ürperdi. Dalmış olmalıydı, birini beklemediği belliydi. Beni görünce kaşlarını çattıktan sonra etrafa baktı. Her yerin dolu olduğunu gördüğünde kafasını belli belirsiz salladı. Yüzümdeki büyük gülümsemeye engel olamayarak karşısına oturdum. Başka kafelere gidebilirdim ama iyi ki buraya gelmiştim.
Çatalımı elime aldıktan sonra kekime götürüyordum ki durdum. "Sen de ister misin?" diye sordum hafifçe gülümseyerek.
"Hayır."
"Peki, sen kaybettin."
Zaten acıkmıştım, bir de kibarlık etmiştim. İnsan en azından teşekkür ederdi. Bu kadar kaba olmasına gerek yoktu. Biraz kızsam da sonradan umursamadım. Bir yandan kekimi yedim bir yandan meyve suyumu içtim. Sarı saçlı çocuk dışarıyı izledi, ben de onu izledim.
"Beni izlemen bitti mi?" diyerek kafasını biraz bana doğru çevirdi ama hâlâ omzunun üstünden bakıyordu.
Bir an afalladım. Bakışlarını bana çevirdiğinde kendimi toparladım. "Hayır bitmedi. Bana neden adını söylemiyorsun?"
"Söylersem beni rahat bırakacak mısın?" dedi bıkkın bir şekilde.
"Belki."
Bitmiş kahve bardağını eline alarak ayağa kalktı. Baygın bakışları harelerimin üstüne düştü. "Namjoon... Adım Kim Namjoon." dedi ve cevabımı beklemeden gitti. Gözlerim çakmak çakmak gidişini izledi. Dayanamadım ve koşarak peşinden gittim. Hızlı adımlar atıyordu, ona yetişmem için koşmam gerekiyordu. Bahçeye çıktığında arkasından seslendim ama o ilerlemeye devam etti.
Okuldan çıktığımızda son kez seslendim. "Namjoon!"
Adımları durdu. İlk başta bana dönmedi. Ben de hâlâ ona doğru yürüyordum. Nefes nefese kalmıştım. Yanına vardığımda soluklanmak için avuç içlerimi diz kapaklarımın üstüne koydum ve kesik kesik nefes almaya başladım. Başımı yukarı kaldırıp gözlerine baktım. "Adımı sormadın!" dedim hızlıca.
"Öğrenmek istememişim demek ki."
"Biliyor musun," Avuç içlerimi diz kapaklarımdan çektim ve doğrularak karşısına dikildim. "Çok kabasın. Beni kötü niyetli biri olarak mı görüyorsun? Sadece konuşmaya çalışıyordum. Eğer konuşmak istemiyorsan Konuşmak istemiyorum, demen yeterli olurdu."
Bu sefer ben arkama bakmadan yürümeye başladım. Sadece birkaç adım atmıştım ki sözleri durdurdu. "Belki de adını bildiğim için sormuyorumdur, Park Sim Jung.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dreams of hope • kim namjoon ✔
Fanfic"Sen bir kelebeğe ölümden bahsediyorsun. Eğer kelebek ölümden korksa kanat çırpmak için özgürlüğünü hiçe sayar mı? Bana bak, ruhumun tozlu sayfalarını tırtılken yaktım. Şimdi kelebeğe dönüşüyorum, mürekkep akmış siyah sayfaları yakıp kül ederken ben...