RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem'i oraya koydu.
Ve ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu,
“Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” (Genesis 2/15-16-17)
Hatırlıyorum...
Uzun bir geceydi... Yaşarken ölümü tattım bir kez daha. İnsanlar neden hayatlarının yarısını ölüme ayırıyorlardı anlamaya çalışmıştım. Uyku diyorlardı bu karanlık ve sessizliğe. Her ne kadar ölmek istemese de, korksa da ölümden insanoğlu, daha bebekken alıştırıyordu bu duyguya kendini. Her ne kadar kaçsalar da ölümden, celladına aşık bir kurban gibi peşinden gidiyor, arzuluyorlardı içten içe... Ben ise belki de birkaç dakika dayanabilmiştim bu ıssız karanlığa. Düşünerek geçirmiştim bütün bir geceyi, aklımdaki soru sarmallarının arasında kaybolmuştum adeta. Bir labirent gibi beni içine çekmiş ve çıkmama, kurtulmama izin vermiyordu. İlk güneş ışığıyla birlikte ise kendimi balkona atmış, metrelerce yükseklikten karşımdaki dağın kollarından kurtulan güneşin gökyüzüne kavuşmasını izliyordum. O ışığı, sıcaklığı her parçamda hissediyordum adeta. Tekrardan cennetteyim... Biraz ilerimde bir grup kadın, meltemle dans eden uzun kıyafetleriyle ve güneşe nispet yaparcasına parlayan saçlarıyla insanı büyüleyen bir melodi ile şarkı söylüyor, yeni gelen güne merhaba diyorlardı. Bu yabancılık hissi, bu kendini ait hissedememek kendi dünyana artık daha fazla ağır gelmeye başlamıştı. Hiçbir şeyi yorumlayamamak, hissedememek ve hatta anlayamamak...
Odamın kapısı iki kere vuruldu ardından açıldı, gelenler daha önce hiç görmediğim iki kişiydi.
-Hazırsanız Kral sizi bekliyor efendim.
Ahh evet sanırım bazi cevapların sırası geldi. Daha fazla erteleme ve oyalamaya izin verme niyetim yoktu. "Çıkalım." Biri önümde diğeri ise arkamda labirent gibi koridarlarda süzülüyorduk. Burayı biliyorum...
Adaletsizlik eden kişi adaletsizliğe uğrayan kişiden daha mutsuzdur. Burası giriş kapısı!
-Dışarı mı çıkıyoruz?
-Dışarı? Hmm, tam anlamıyla değil efendi Elijah.
Bu sırada üç kişinin üç atla beraber bizi beklidiğini farkettim.
-Bu atı Prens Elrond sizin için gönderdi.
Saf beyaz tüyleri, ipeksi yelesi ve masumiyetiyle tüm görkemiyle karşımda duran bir şahaser... Eğer boynuzu olsaydı bunun bir unicorn olduğuna yemin edebilirdim. Elimi yumuşacık tüylerinde nazikçe gezdirdim, gözlerine bakıp hafifçe gülümsedim.
-Onu nasıl çağırmalıyım?
-Eski sahibi bir isim vermişti efendi Elijah fakat şuan sizin olduğuna göre buna siz karar vermelisiniz.
-Nasıl?
-Prensin size hediyesi. İlk günden kralın huzuruna geç çıkmak istemezsiniz efendim. Sesindeki kinayeyi anlamamak imkansızdı.
Beyaz şehrin, rengarenk çiçeklerle süslenmiş caddelerinden geçiyorduk, içimi kaplayan huzur tarif edilemez ise de sıradışı bir eksiklik gözümden de kaçmamıştı.
-Niye hiç kimse yok?
-Anlamadım efendi Elijah?
-Onlarca sokaktan geçtik ve tek bir insan bile görmedim. Kimse yaşamıyor mu burada?
Önce gözlerimin içine baktı, yine o kinayeli bakışlarıyla. Ardından şaşırmış gibi bir yüz ifadesini takınarak. "İşte geldik!" Acaba yine birşeylerimi kaçırıyordum diye düşündüm. "Kral beni bir bahçede mi bekliyor?" Çoktan atından inmiş ve önümde bekleyen kişi yine o iğneleyici gülüşünü takındı ve "Bunu ona sormalısınız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Melek Bir Kehanet
FantasyÜst düzey ve hakkında kehanet bulunan bir meleğin geçmişini kendi ağzından dinleyeceğiz. Kehanetin gerçek anlamına ve doğaüstü bir varlığın hayatın amacını keşfedişine kendi ağzından tanık olacağız. Hikayede bolca alegori, metamorfoz, felsefi temel...