5 | yıldızlar soyunmadan, kimsesizler ölmeden

509 58 97
                                    

tik... tak... tik... tak

Rahatsız edici beyazların içinde bir o kadar rahatsız edici ses boşlukta yayılırken adım atmayı denedim. Görünmez zincirler her yanımı sarmış hissi verirken üstümdeki siyah giysilerde bir mana aramaya çalışmadım. Ölmüştüm ve bu beyazlar günahlarımla boyanacak görünmez duvarlardı belki de, öyle olmasını diledim. Öyle olmadığını biliyordum. Tik tak sesleri ağır çekime alınmışçasına yavaşlamış ve boğuk duyulmaya başlamıştı, hareket etmeyi denedim. Öne doğru adım atarken beyazlar kırmızıya boyandı.

Zihnim bir şeyleri açıklığa kavuşturmak istercesine her bir zerreme acı çektirirken adım sesleri duyuldu arkamdan. Dejavu yaşıyordum. Görünmez zincirleri vücudumda hissederken hareket etmek için zorlamadım kendimi, ya da arkama dönmeye çalışmadım. Bu beyazlar ve kırmızılar gerçek değildi, biliyordum.

"Tanrı aşkına. Çok büyük karmaşıklığa düştün ve bununla nasıl başa çıkacağını bilmiyorum, sadece korktuğunda sığındığın tanrın seni korusun oğlum." dedi arkamdaki adım seslerinin sahibi kadın. Kimdi, bilmiyordum. Kırmızılık tekrar beyazlara döndü ve ben yine serbest kaldım. Gözlerim kapandı ve kendimi boşluğa bıraktım. Kadının dediği gibi, her korktuğumda sığındığım tanrının beni tutmasını bekledim. Tutmadı, düştüm.

Derin nefes aldığım anda gözlerim sonuna kadar açılırken yataktan hışımla doğrulmuştum. Etrafımdaki hareketliliğe odaklanamazken sanki yere çakılmaya ramak kala transtan çıkmış gibi hissediyordum. Nefesim düzene girerken hemen omzuma dokunan ele doğru döndüm. Jongdae baş ucumda endişeyle bir başıma, bir bana bakıyordu.

"İyi misin Baekkie? Seni öyle görünce o kadar korktum ki." derken bir yandan elime ulaşmış ve yavaşça okşamıştı. Dediklerini anlamazken odanın içine çevirdim bakışlarımı. Elzem'in hepsi odanın dört bir yanına dağılmışken odakları bendim. Eun ve Jongdae endişeli bakışlar bahşediyorken, kumral çocuk Minseok bir o kadar umursamaz ve Kyungsoo düşünceliydi.

Hemen sağımdaki Sehun ilgimi çekerken artık konuşmam gerektiğinin farkındaydım. Bulunduğum konuma bakarken başımın arkasındaki sızı baş göstermişti. "Neden bu halde olduğumu bilmiyorum desem..?" dedim ortaya doğru. Ardından Sehun ayaklandı ve karşıma geçti. 

"Biz de bilmiyoruz desek yalan olmaz sanırım. Tuvalet kapısının önünde baygın yatıyordun, Soo ve Chen görmüş seni." derken arkasındakilere dönmüş, burada olmasından rahatsız olan bakışlarla karşılık almış ve önüne dönmüştü. "Her neyse, siz konuşun. Bizimkilerle görüşmem gerek." demiş ve anında odadan çıkmıştı. Arkasından bakakalırken elimi başıma götürmüş ve sargının üstünde parmaklarımı dolaştırmıştım. Hatırladığım tek şey lavaboya gitmek için dar koridora girmekti, sonrası yoktu.

Hafızamda ki birkaç yapboz parçası eksikti ya da bilerek kaybedilmişti. Başıma böylesine sinir bozucu bir darbe yemişken hiçbir şey hatırlamıyor olmak bağırarak küfretmek istememe sebep oluyordu. 

"Birileri bizimle oyun oynuyor." diye fısıldadı Soo. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Koca gözleri yere odaklanmışken yaslandığı kaloriferden doğruldu ve devam etti. "Bu sefer ki dokunulmaz partisi erken bitti, en önemlisi bir ay boyunca tüm kurallar gevşetildi ve dokunulmaz seçilmeden parti bitti. Han'ın partinin başında gözüküp sonradan gitmesi de garip."

Zonklayan kafama vurma isteğimi bastırırken söylediklerini tartmaya başladım. Bu kadar garip olduğunu düşünüyorsa Han ilk defa böyle bir şey yapmış olmalıydı.

"Ben neden hiçbir şey hatırlamıyorum? Aklımda kalan tek kırıntılar siktiğimin lavabosuna doğru gitmekti. Yürürken aniden kafamı bir yere vurup hafızamı kaybedecek kadar da gerizekalı değilim. Biri kafamı yarmış bildiğiniz." dedim sinirle.

karanlığa ait kırmızı şaraplar | chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin