1.1

606 26 23
                                    

Bu bölüm Draco'dan devam edeceğim, arada Draco'nun yaşadığı şeyleri anlatan bölümlerde olacak. İşin içine biraz dram katacağım ehe.

Draco Malfoy, Savaş'ın ardından ne kadar değiştiğini düşünerek saatlerdir uyuyamadığı yatağında kıpırdandı. Savaş bittikten beri hep böyleydi. Gözüne uyku girmiyordu. Ailesinin yaptıkları yüzünden, onların yaptığı kötülüklerin ceremesini o çekiyordu. Bir kaç hafta önce Fred Weasley'nin cenazesine gitmişti ailesinden gizlice. Teyzesi Bellatrix'in ardında bıraktığı yıkıma bakmıştı. O kadını her düşündüğünde içinde inanılmaz derecede güçlü bir nefret duygusu kabarıyordu. Hem sadece Weasley'ler değil, daha varlığından haberi bile olmadığı kuzenini öldürmüştü Bellatrix.

Düşünmekten delirecek duruma gelmişti. Bir yandan düşünmek iyiydi aslında. Ailesinin onu nasıl yanlış yönlendirdiğini anlıyordu. Tek yapması gereken düşünmekti. Ama Draco ailesinin ideallerine körü körüne bağlıydı.

Eskiden ne fazla övünürdü Malfoy olmakla. Şu an soyadından tiksiniyordu. Babasının tekrar Azkaban'a atılmaması için pek göz önünde durmuyorlardı. Sadece Draco ve annesi cenazelere katılmışlardı. Sahi ya, annesi niye ona hiç bahsetmemişti bir kuzeni  olduğundan. Sadece bir teyzesi daha olduğunu biliyordu ancak arkasından hiç hoş şeyler söylemedikleri için sormaya cesaret edemiyordu. Aslında Draco teyzesine hak veriyordu. Ailesinin istediği gibi yaşamayı reddetmişti. Bir muggle-doğumluyla evlenmişti. Artık bulanık kelimesini kullanıyordu. Artık insanların kan durumu umurunda değildi.

Bütün o Ölüm Yiyen'ler, nasıl da kan takıntısı yüzünden delirmek üzere olan bir meleze itaat ediyordu? Veya bir insanın kan durumu niye bu kadar önemliydi? Sonuçta hepsi büyücü ve cadı.

Harry ve diğerlerine imreniyordu. Hepsi korkunç kayıplar verse de hep bir arada mutluydular. Birbirlerine destek oluyor, birbirlerini sevdiklerini karşılarındakilere gerçekten hissettiriyorlardı. Keşke insan ailesini seçebilse, diye düşündü Draco. Eğer elinde böyle bir fırsat olsa asla Malfoy olmak istemezdi.

Saate baktı, 7 olduğunu fark edince yatağından kalktı ve üstünü giydi. Biraz dışarı çıkmak iyi gelebilirdi. Sokaklar kalabalıklaşmaya başlayınca da eve dönerdi.

Elinden geldiğince sessiz hareket ederek dışarı çıktı. Sonunda temiz hava alıyordu biraz. Yolda yürürken Hogwarts'ı düşündü. Oradan hep nefret ederdi. Babası Dumbledore hakkında hiç hoş konuşmazdı. O da müdürü Dumbledore olduğundan sevmezdi Hogwarts'ı. Hem Hogwarts'ta Crabbe, Goyle, Blaise, ve Pansy dışında arkadaşı yoktu. Savaşta güvendiği kişilerden birini kaybetmişti. Şimdi yanında kimse yoktu. Pansy ve Goyle aileleri ile birlikte uzak bir yere taşınmışlardı yakalanmamak için. Blaise'in ise ailesi onunla görüşmesine izin vermiyordu. Yine bir başınaydı. Pek de şaşılacak durum değil ya,bunları hak ettiğini düşünüyordu. Hogwarts'ın ilk yılından beri yaptığı tüm kötülüklerin cezasını şu an çekiyordu yalnız kalarak.

Eğer Harry onun arkadaşlık teklifini kabul etse şu an ne durumda olacağını düşündü Draco. Belki o da teyzesi gibi baş kaldırabilirdi. Ailesine boyun eğmek zorunda kalmazdı. Gerçek dostları olurdu ve mutlu bir çocukluk geçirebilirdi.

En çok da bu yüzden kızıyordu babasına ona çocukluğunu yaşamamıştı. Annesi onun için elinden geleni yapsa da, babası ona sadece eziyet ediyordu. Her 1 Eylül'de aynı uyarı:"Bulanıklar ve melezlerle konuşmayacaksın, sadece safkanlarla arkadaşlık kurabilirsin Draco. Çünkü sen bir Malfoy'sun, safkansın ve diğer herkesten daha üstünsün."

Bunları düşününce yine gözleri dolmaya başladı. Şans eseri bir gölün kıyısına gelmişti. Bir kenara oturup yalnız olduğundan emin olarak ağlamaya başladı. Bütün bunları o istememişti...

~ Savaştan Sonra ~ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin